• Kadim Şehir Kudüs - Arzın Arşa Kavuştuğu Yer
KATEGORİLER

Gazze'yi Karartma

Gazze şehri, bazen günde 12 saate kadar karanlıkta bırakan ciddi bir enerji sıkıntısı yaşıyor. Elektrik kesintileri, şehirde yaşayan 1 milyon 800 bin insanın hayatını ciddi şekilde olumsuz etkiliyor.

YÖNETMEN: ASHRAF AL-MASHHARAWY (2012)

Gazze'de gıda ve su tedariki, temizlik, sağlık ve eğitim hizmetleri elektrik kesintileri nedeniyle sekteye uğruyor.

Karanlıkta kalmak, Filistinlilerin yaşadığı sıkıntıların en büyüğü ve gündelik yaşamın her alanına etki ediyor.

Gazze Şeridi, İsrail tarafından 1967'de işgal edildi. Gazze'deki Filistinlilerin yüzde 60'ından fazlasını, 1948'te Filistin'in diğer bölgelerindeki evlerini terk etmeye mecbur bırakılan mülteciler oluşturuyor. Gazze'de hüküm süren elektrik sıkıntısı, İsrail'in 2006'da düzenlediği hava saldırılarında Gazze'nin tek elektrik santralinin altı trafosunu birden tahrip etmesiyle baş gösterdi.

Elektrik santrali ancak kısmen onarılabildi. Zira İsrail ablukası, inşaat için gerekli parça, malzeme ve yakıtın Gazze'ye ulaşımını engelliyor. İsrail'in Gazze'nin enerji nakil hatlarını sistemli biçimde hedef almaya devam etmesi ise durumu daha da kötüleştiriyor.

Santral yıllardır çok düşük kapasiteyle çalışıyor ve Gazze'nin günlük ihtiyacı olan 300MW enerjinin sadece 80 MW'ını üretiyor. Gazze Elektrik İdaresi, bu açığı elektrik kesintileriyle idare etmeye çalışıyor. Günün her anı Gazzelilerin üçte biri elektriksiz yaşıyor.

Gazze'deki elektrik sıkıntısı görece yeni bir sorun olabilir ama eski sorunları daha da içinden çıkılmaz duruma getirdiği bir gerçek. Özellikle Filistinlilerin temiz suya erişimleri konusundaki etkisi çok ciddi boyutta. Elektrik kesintileri kanalizasyon hizmetlerini engellediği gibi su pompaların çalışmasını da durduruyor.

Yıllardır İsrail'in füze ve kara saldırıları Gazze boru hatlarına zarar veriyor. Yıllardır süren çatışmalar dolayısıyla kanalizasyon sitemi de harap olmuş durumda. Bunun sonucu olarak içme suyuna sık sık kanalizasyon karışıyor ve suyla taşınan hastalıkların artmasına neden oluyor.

Gazze'nin su kalitesini arttırmak için hazırlanan tüm planlar enerji sıkıntısı yüzünden uygulanamadı. Su projeleri çok fazla enerjiye ihtiyaç duyuyor. Var olan su ve kanalizasyon sistemi için yeterli enerji yokken, yeni su sistemleri hizmete sokmak imkânsız hale geliyor.

Pek çok gözlemciye göre Gazze'deki enerji sorunun çözümü İsrail'in kara ve deniz ablukasının kaldırılması. Abluka Gazze'deki hayatı istikrarsızlaştırıyor.

Birleşmiş Milletler koşulların çok hızlı biçimde kötüleştiği ve Gazze'nin 2020'de yaşanamaz hale geleceği konusunda bir uyarıda bulundu. İsrail ablukası derin bir insanı felakete sahne hazırlıyor. Elektrik kesintileri Gazzeli öğrencilerin hayatını da olumsuz etkiliyor. Evde ödevlerini mum ya da kandil ışığı altında yapmak zorunda kalıyorlar.

Bu da onların öğrenme yeteneklerine ve konsantrasyonlarına etki ediyor. Jeneratörler ışık üretiyor belki ama başka sorunlara yol açıyor. Okullarda öğrenciler jeneratörlerin gürültüsünden, çıkardığı duman ve kokudan şikayetçi.

Elektrik kesintisi okullarda yemekhanelerin ve tuvaletlerin pis kalması ve elleri yıkayacak kadar bile temiz su bulunmamasına neden oluyor.

Gazzeliler İsrail bombardımanı altında hayatta kalmak için her gün sıkıntılar yaşıyorlar. Karartmalar onların hayatını daha da zorlaştırıyor. Elektrik sıkıntısı kalp ve böbrek hastalarıyla, kuvözdeki bebeklerin hayatını da riske atıyor.

Ama elektrik sıkıntısı sıradan Filistinlilerin hayatını da tehdit ediyor. Doğru kullanılmadığında jeneratörler tehlike oluşturabiliyor. Onlarca Filistinli jeneratörlerin hatalı kullanımına bağlı olarak ortaya çıkan karbonmonoksit zehirlenmesi, yangın ya da patlamalar sonucu yaralandı ya da öldü.

Gazze'deki enerji sıkıntısı Filistinliler için bir rahatsızlıktan öte yaşamsal bir tehdit oluşturuyor.

 

Kaynak Elcezire

Kim Ne Dedi

‘’Gazze'deki durum dayanılmaz.’’

SUHEYL SKEYK GAZZE ELEKTRİK SANTRALİ GENEL MÜDÜRÜ

 

‘’Refah'taki su tuzlu ve kirli. Bu yüzden insanlar bu temiz suyu satın alıyor.’’

IMAD HİCAZİ / SU SATICISI

 

‘’En zor tarafı da çocukların sınavı olduğunda ortaya çıkıyor. Mum ışığında ders çalışıyorlar.’’

SABRIN DIB / GAZZE'DE YAŞAYAN FİLİSTİNLİ

 

‘’İsrail elektriği bir savaş silahı olarak kullanıyor. 2006'da İsrailli er Gilad Şalit'in esir alınmasına verdikleri ilk tepki Gazze elektrik santralini bombalamak oldu.’’

KENAN ULEYD / GAZZE ENERJİ KURUMU GENEL BAŞKANI

 

‘’Üç çocuğum jeneratör yüzünden öldü. Diğer ikisi ciddi biçimde yaralandı.’’

AMİNE BARGUT / GAZZE'DE YAŞAYAN FİLİSTİNLİ

 

 

 

 

KATEGORİDEKİ MADDELER

    Duvara Karşı

    700 km uzunluğundaki İsrail ayrım duvarı Batı Şeria'nın kuzeyini ve güneyini birbirinden ayırıyor. İsrail ülke güvenliği için duvarın gerekli olduğunu savunuyor. Filistinlilere göre ise ayrım duvarı işgalci güçlerin en son oyunu.

    YÖNETMEN: AYED NABAA (2013)

    Duvar ve Yeşil Hat arasındaki bölge Batı Şeria'nın en verimli bölgelerinden. Birleşmiş Milletler'e göre bölge 38 köy ve kasabaya ve 50 bin Filistinliye ev sahipliği yapıyor. Ayrım duvarının özellikle duvar boyunca uzanan köyler için yıkıcı bir etkisi oldu. Bu bölgelerde pek çok ev ve zeytin ağacı yok edildi. İsrail'in ayrım duvarı inşaatı devam ederken bazı köyler şiddetli direnç gösterdi.

    Çoğu Filistin köylüsüne göre, protesto düzenlemek duvara direnmenin tek yoluydu. Ayrım duvarı Batı Şeria'da küçük bir köy olan Budrus'ta köylülerin yüzlerce hektarlık arazilerini ve verimli zeytin ağaçlarını kaybetmesine neden oldu. İsrail askerleri köylülere duvarın güzergahı hakkında itirazda bulunabileceklerini söylüyordu.

    Ancak köylüler itiraz sürecinin en az iki hafta alacağını biliyordu. Bu süre içinde evleri, okulları ve tarım arazileri yerle bir olacaktı. Köylüler duvara direnmek için tek şanslarının protesto düzenlemek olduğuna karar verdiler.

    Protestocular sivil itaatsizlik eylemleri düzenlediler, buldozerlerin üzerine çıktılar, duvarın inşa edileceği yerlere yattılar. Bazıları kesilmelerini engellemek için zeytin ağaçlarına sarıldı. İsrail askerleri protestolara şiddetle karşılık verdi.

    Protestoculara karşı biber gazı, plastik ve gerçek mermiler kullandı. Protestocular yaralandı ya da tutuklandı. Birçoğu da öldürüldü

    Jonathan Polak Budrus'taki protestolara katılan İsrailli aktivistlerden biri. Polak daha sonra bir diğer Batı Şeria köyü olan Bilin'deki gösterilere de katıldı. Bu gösterilerden birinde İsrail askerlerinin ateşlediği biber gazı kapsüllerinden biriyle başından vuruldu. Bilincini kaybetti ve başına dikiş atıldı. İsrail güvenlik güçleri onu defalarca hedef aldı.

    İsrail askerleri biber gazı ve mermi kullandı. Filistinli aktivistler ve destekçileri kamera ve akıllı telefonlarla İsrail askerlerinin barışçı protestoculara gösterdiği şiddeti kaydetti. Selem Kanan Batı Şerialı genç bir kadın. Kanan bir göstericinin bir İsrail askeri tarafından gözlerinin bağlanıp, kelepçelenip, yakın mesafeden vuruluşunu kamerayla görüntüledi

    Filistinliler İsrailli ve dünyanın başka ülkelerinden gelen aktivistlerle birlikte haftada bir düzenledikleri eylemlerle ayrım duvarına direnmeye bugün de devam ediyor. Temelde istedikleri şey duvarın güzergahının değiştirilmesi değil, tamamen yıkılması.

    Protestolar sonucu bazı köylerde duvarın güzergahı değiştirildi. Filistinlilerin evleri, zeytin ağaçları ve tarım arazileri kurtarıldı. Ama daha ziyade ayrım duvarı Filistinliler için acı kayıplara neden oldu. Uluslararası Adalet Divanı'nın ayrım duvarını yasalara aykırı bulan kararının üstünden on yıl geçmesine rağmen duvarın inşaatı devam ediyor ve Filistinliler arazilerinden edilmeye devam ediyor. Filistinlilere göre duvar onlara İsrail'in şiddetini ve kayıplarını her gün hatırlatmaya devam ediyor

    Kaynak: El Cezire

     

    Kim Ne Dedi

    ‘’Duvar İsrail'in arazilerimizi işgalinin sembolü olarak ayakta duruyor.’’

    Ayid Murrar / Filistinli direnişçi

     

    ‘’Duvar acımasız bir işgal ve baskının bir parçası.’’

    Jonathan Pollak / İsrailli aktivisit

     

    ‘’Öğrencilerimize barışçıl gösterilerin askerlerin şiddet içeren davranışlarının engellediğini öğretiyoruz.’’

    Muhammed Amire / İsrailli aktivist

     

    ‘’Göstericilerin yarısından fazlası kadındı. İsrail'e karşı çıkma cesaretini gösterdiler.’’

    Ayid Murrar / Filistinli direnişçi

     

    ‘’İsrail Ordusu Filistinli, İsrailli ya da yabancı bir gösterici arasında fark gözetmez.’’

    Muhammed Amire / Filistinli direnişçi

     

    ‘’İsrail duvarın güzergahını değiştirme kararı aldı. İsrail'deki bir mahkemeye başvurmadık. Sadece direndik.’’

    Abdurrahman Şükeyr / Filistinli direnişçi

    Ayrıntılar

    Büyük Felaket

    Filistinliler o güne Nekbet diyor. Nekbet Arapça'da "felaket" demek. Nekbet yaklaşık 750 bin Arabın Filistin'den topluca göç ettirilmesini ifade ediyor. Bir çok kişiye göre göç 1948'de başladı ama aslında Nekbet çok daha öncesine dayanıyor.

    YÖNETMEN: RAWAN DAMEN (2008)

    1799'da Fransa'nın Arap dünyasını işgali sırasında Napolyon Filistin'i Fransız koruması altında Yahudilere anavatan olarak sunan bir kanun yayınladı. Bu aynı zamanda bölgedeki Fransız varlığını sağlamanın da bir yoluydu. Napolyon'un Ortadoğu'da bir Yahudi devleti fikri o dönemde gerçekleşmedi ancak ortadan da kalkmadı. 19. yüzyılın sonlarında plan İngilizler tarafından yeniden gündeme getirildi.

    Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılıp, Filistin'de İngiliz mandasının kurulmasından sonra, sömürgeci İngiliz güçler Filistin topraklarında Siyonist bir devlet yaratma planını uygulamaya başladı. Aynı dönemde Siyonist hareket sömürgeci güçler üzerinde Yahudilerin Filistin'e kitlesel göçünü desteklemeleri ve Siyonistlerin toprak talebini tanımaları yönünde lobi faaliyetleri yürütüyordu.

    1917'de yayınlanan Balfour Deklarasyonu İngilizlerin Filistin'de ulusal bir Yahudi anayurdunu desteklediğini ilan ediyordu. Deklarasyon dönemin İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour'un İngiliz Siyonist hareketinin önderi Baron Rothschild'e yazdığı bir mektuptu. 1914 yılında Siyonist olan dönemin İngiliz başbakanı David Lloyd George da mektubun arkasında durdu.

    Mektupta İngiltere'nin bu amacın gerçekleşmesi için elinden gelen çabayı göstereceği belirtiliyordu. Siyonistler için bu açık bir zaferdi.

    Siyonistlerin Filistin'e İngiliz desteğiyle gerçekleşen akını Filistinlilerin sert direnciyle karşılaştı. Siyonist yerleşimler için Yahudilerin toprak satın almasıyla on binlerce Filistinli yerinden yurdundan edildi. Tüm süreç İngiliz desteğiyle yürütülüyordu

    Kudüs'teki Filistin yönetimi toprak sorunuyla ilgili görüşmeleri sürdürme konusunda ısrar ederken, 1922'ye kadar Hayfa'da yaşayan Suriyeli bir lider olan İzzettin El Kassam İngilizlere ve Siyonistlere karşı silahlı mücadele çağrısı yaptı.

    1935'te El Kassam'ın çevresi İngiliz güçleri tarafından kuşatıldı ve Kassam birkaç adamıyla birlikte öldürüldü. Onun direnci pek çok Filistinliye öncü oldu. 1936'dan itibaren İngiliz emperyalizmi ve Siyonizm'e karşı bir Arap isyanı başladı.

    1939 yılında İngilizler isyanı bastırdı. Filistinliler kendilerini iki düşmanla birden savaşırken buldular: Sömürgeci İngiliz güçler ve Siyonist milis güçleri.

    İngilizler başta Yahudilerin Filistin'e kitlesel göçünü desteklemiş olmasına rağmen, daha sonra Arap direncini yumuşatmak amacıyla ülkeye gelecek Yahudi sayısına sınırlama getirdiler.

    Bu sınırlama Siyonsitleri hayal kırıklığına uğrattı. İngilizleri ülkeden çıkarmak için İngiliz yetkililerine karşı bir dizi terörist saldırı başlattılar.

    Siyonistler Arap Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurma hayallerini sürdürmeye devam ettiler. Öte yandan direnişçi Filistin güçlerinin yetersizliği ve silahsızlığı ortadaydı.

    İngilizlere ve Araplara karşı Siyonist saldırılar arttıkça, İngilizler Filistin sorununu yeni kurulan Birleşmiş Milletler'e devretmeye karar verdi.

    Kasım 1947'de, BM Genel Kurul'u Filistin'in bir Yahudi, bir de Arap devleti olarak ikiye bölünmesini öngören bir plan teklifinde bulundu. Filistin'de bir çoğu henüz birkaç yıl önce Avrupa'dan gelen Yahudiler, nüfusun üçte birini oluşturuyordu ve tarihi Filistin'in %5,5'inden bile azının kontrolünü ellerinde bulunduruyordu. Ancak BM'nin teklifine göre tarihi Filistin'in %55'ine sahip olacaklardı. Filistinliler ve Arap müttefikleri plana karşı çıktılar.

    Ancak Siyonist hareket Arap topraklarında bir Yahudi Devleti düşüncesini meşrulaştıracağı perspektifiyle planı kabul etti. Fakat onlar da teklif edilen sınırları kabul etmeyip tarihi Filistin'in daha büyük bir kısmını işgal etmek için mücadeleye devam ettiler. Filistin'de İngiliz mandasının etkili olduğu 1948 yılı başlarında Siyonist güçler onlarca köy ve şehri ele geçirmişti. Birçok defa organize soykırımlar gerçekleştirdiler. Siyonistlerin mesajı çok açıktı: Filistinliler ya topraklarını terk edeceklerdi ya da öleceklerdi.

    Kasım 1947'de, BM Genel Kurul'u Filistin'in bir Yahudi, bir de Arap devleti olarak ikiye bölünmesini öngören bir plan teklifinde bulundu. Filistin'de bir çoğu henüz birkaç yıl önce Avrupa'dan gelen Yahudiler, nüfusun üçte birini oluşturuyordu ve tarihi Filistin'in %5,5'inden bile azının kontrolünü ellerinde bulunduruyordu. Ancak BM'nin teklifine göre tarihi Filistin'in %55'ine sahip olacaklardı. Filistinliler ve Arap müttefikleri plana karşı çıktılar.

    Ancak Siyonist hareket Arap topraklarında bir Yahudi Devleti düşüncesini meşrulaştıracağı perspektifiyle planı kabul etti. Fakat onlar da teklif edilen sınırları kabul etmeyip tarihi Filistin'in daha büyük bir kısmını işgal etmek için mücadeleye devam ettiler. Filistin'de İngiliz mandasının etkili olduğu 1948 yılı başlarında Siyonist güçler onlarca köy ve şehri ele geçirmişti. Birçok defa organize soykırımlar gerçekleştirdiler. Siyonistlerin mesajı çok açıktı: Filistinliler ya topraklarını terk edeceklerdi ya da öleceklerdi

    14 Mayıs 1948'de İngiliz mandası sona erecekti. Bu tarih yaklaştıkça, Siyonist güçler Filistin topraklarını ele geçirme çabalarına hız verdiler. Nisan 1948'te Siyonistler en büyük Filistin şehirlerinden biri olan Hayfa'yı ele geçirdi. Daha sonra gözlerini Yafa'ya çevirdiler. İngiliz güçlerinin ülkeden resmen ayrıldığı gün Siyonistlerin o dönemki lideri David Ben Gurion İsrail Devleti'nin kuruluşunu ilan etti.

    Filistinliler bir gecede devletsiz kaldı. Dünyanın iki büyük gücü ABD ve Rusya İsrail Devleti'ni dakikalar içinde tanıdı.

    Siyonistler, Filistinliler üzerindeki etnik temizlik kampanyalarına devam edince, komşu Arap ülkeler ve Yahudi devleti arasında bir savaş patlak verdi. BM İsveçli diplomat Folke Bernadotte'yi Filistin arabulucusu olarak tayin etti. Bernadotte Filistinlilerin çektiği acıların farkına vardı ve bu noktaya dikkat çekti. Ancak İsveçli diplomatın devam eden etnik temizliği sona erdirme ve barışçı bir çözüm getirme çabaları Eylül 1948'te Siyonistler tarafından bir suikast sonucu öldürülmesiyle sona erdi

    1949 yılına kadar 700 binin üzerinde Filistinli mülteci durumuna düştü ve 13 binden fazla Filistinli İsrail ordusu tarafından öldürüldü. BM savaşan İsrail ve Arap ülkeleri arasında bir ateşkes anlaşması sağlama çalışmalarına devam etti.

    Bernadotte'nin yerine Amerikalı yardımcısı Ralphe Bunche atandı. Bunche Arap ülkeleri ve İsrail arasındaki görüşmelere liderlik etti. Görüşmeler Arap ülkelerinin yeni kurulan Siyonist devlete daha fazla Filistin toprağı vermesiyle sonuçlandı. İsrail Mayıs 1949'da BM'ye kabul edildi ve tarihî Filistin topraklarının %78'i üzerindeki hakimiyeti tescillenmiş oldu. Kalan %22'si ise hala işgal altındaki Gazze Şeridi ve Batı Şeria olarak şekillendi

    Halihazırda yüz binlerce Filistinli mülteci, mülteci kamplarında eve dönmeyi bekliyor.

    Siyonist anlayış Filistinlileri kendi topraklarından temizlemeyi amaçladı. Aynı zamanda Filistin kültür ve mirasını da silmeye çalıştı. Genel amaç Filistinlileri dünya haritasından tamamen silmekten başka bir şey değildi.

    Nekbet 1948'de sona ermedi. Filistin'in etnik temizliği hala devam ediyor. Tabii ki buna bağlı olarak Filistin direnişi de devam ediyor.

    Kaynak: El Cezire

     

    Kim Ne Dedi

    ‘’İnsanları evlerinden etmek bir savaş suçudur. Evlerine dönmelerini engellemek de öyle. İsrail sadece 1948'te bir savaş suçu işlemedi, hala işlemeye devam ediyor.’’

    SELMAN EBU SİTTE / FİLİSTİN ATLASI'NIN YAZARI

     

    ‘’İngiltere'nin Araplara ait bir toprağı başkalarına söz vermeye ne ahlaki ne politik ne de hukuken hakkı vardı.‘’

    AVİ SHLAİM /İSRAİLLİ TARİHÇİ

     

    ''İngilizlerin başarısı (Siyonistlere ettikleri yardım) Yahudilerin kendi ordularına sahip olmasına izin verdi.''

    SELMAN EBU SİTTE /FİLİSTİN ATLASI'NIN YAZARI

     

    ‘’Filistinliler için savaş 1948'de değil,  1930 sonlarında İngilizler Arap isyanını ve düzensiz Arap güçlerini alt edince kaybedilmişti.‘’

    AVİ SHLAİM / İSRAİLLİ TARİHÇİ

     

    ‘’İster İsrail devletinin kurulmasında önce isterse de sonrasında, Siyonizmi şiddetten ayrı düşünemiyorum.’’

    ENİS SAYİG /FİLİSTİN ANSİKLOPEDİSİ EDİTÖRÜ

     

    ‘’Bir grup Siyonist lider ve ordu komutanları Filistinlilerin etnik temizliğini planlamak için bir yıl boyunca düzenli olarak görüştüler. Buna bir günde karar vermediler.’’ 

    ILAN PAPPE / İSRAİLLİ TARİHÇİ

     

    ‘’Çoğu zaman İsrail askerleri diğerlerinin görüp kaçması için köyün on gencini köy meydanına çıkarıp vuruyordu.‘’

    THEODOR KATZ / İSRAİLLİ TARİHÇİ

     

    ‘’Arap ülkeleri bize izin verselerdi, Filistin'e giderdik. Protestolar düzenler ve İsrail'in topraklarımızda bu kadar rahat davranmasına izin vermezdik.’’ 

    SAMİ ABDURREZZAK /FİLİSTİNLİ MÜLTECİ

     

    ‘’Anayurt olmadan, her zaman bir şeyler eksik kalır. Hiçbir zaman saygınlığımız olmayacak.’’

    MUNİB SUBHİYYE /FİLİSTİNLİ MÜLTECİ

    Ayrıntılar

    C Bölgesi

    Filistinliler o güne Nekbet diyor. Nekbet Arapça'da "felaket" demek. Nekbet yaklaşık 750 bin Arabın Filistin'den topluca göç ettirilmesini ifade ediyor. Birçok kişiye göre göç 1948'de başladı ama aslında Nekbet çok daha öncesine dayanıyor.

    YÖNETMEN: AYED NABAA (2014)

    1995'teki Oslo Anlaşması sonrasında İsrail işgal altındaki Batı Şeria'yı A, B ve C bölgeleri olmak üzere üç bölgeye ayırdı. Bu sözde barışa yönelik ilerlemeyi temsil ediyordu. Ancak birçok Filistinli bunu devlet taleplerine zarar veren haksız bir muamele olarak görüyor.

    Oslo Anlaşması sonrasında işgal altındaki Batı Şeria üç bölgeye ayrıldı. A Bölgesi Batı Şeria'nın %3'üydü ancak 1999 yılına kadar %18'ine çıktı. Bu bölgede çoğu sivil hizmet ve iç güvenliği Filistin Yönetimi yürütüyor. B Bölgesi Batı Şeria'nın %21'ine tekabül ediyor. Burada Filistin Yönetimi eğitim, sağlık ve ekonomi işlerinden sorumlu. Her iki bölgede de dış güvenliği İsrail elinde bulunduruyor. Bu da İsraillilere istedikleri zaman içeri girme hakkı veriyor. Bazen insanları tutuklamak için içeri giriyorlar. Bazen de dışarıdan hedefleyerek insanları öldürüyorlar.

    C Bölgesi işgal altındaki Batı Şeria'nın %60'ına karşılık geliyor. Oslo Anlaşması'na göre bu bölgenin kontrolünün Filistin Yönetimi'ne devredilmesi gerekiyordu. Ancak İsrail bu bölgede her şeyin kontrolünü elinde bulunduruyor.

    Filistinlerin çoğunluğuna göre, Batı Şeria'yı parçalamak yanlış biçimde barışa yönelik bir gelişme olarak lanse ediliyor. Gerçekte, bu durum İsrail tarafından Filistinlilerin hayatları üstünde daha fazla kontrol uygulamak için kullanılıyor. Konu Filistinlilerin evlerine ve arazilerine saldırı düzenlemek olduğunda İsrail A, B ve C bölgeleri arasında fark gözetmiyor. İşgal her bölgede uygulanıyor

    İsrail yerleşimleri, ordu eğitim bölgeleri ve çevre yolları C Bölgesi'nde bulunuyor. Bu bölgedeki Filistinliler giderek zorlaşan koşullarda yaşıyorlar. El Malih, Kafr Kaddum ve Akabe gibi C Bölgesi köyleri İsrail işgali altında eziliyor

    Bugün yaklaşık 150 bin Filistinli C Bölgesinde yaşıyor. C Bölgesi'ndeki Filistinliler inşaat yapımı ve doğal kaynaklara ulaşım konusunda şiddetli kısıtlamalarla karşılaşıyorlar. Uluslararası hukuku açıkça ihlal ederek C Bölgesi'nde yaşayan Yahudi yerleşimci sayısı ise tahmini olarak 300 bin.

    Batı Şeria'nın hemen hemen tüm tepelerinde hukuk dışı İsrail yerleşimleri hızlı bir biçimde artıyor. Sorun özellikle C Bölgesi'nde çok daha büyük

    C Bölgesi'nde yaşayan Filistinliler evlerinin yıkılmasına ve arazilerinin kamulaştırılmasına direniyorlar. Su gibi temel ihtiyaçları için bile mücadele etmek zorunda bırakılıyorlar. Filistin insan hakları grubu El-Hak'a göre Batı Şeria'nın 100'den fazla bölgesindeki 300 bin civarında Filistinli temiz suya tam olarak erişemiyor.

    İsrail 1967'de Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze Şeridi'ni işgal ettiğinde su kaynaklarının kontrolünü eline geçirdi. El Hak'ın belirttiğine göre, Filistinlilerin yeterli miktarda suya erişimi ve kendi su altyapılarını inşa etmeleri engelleniyor.

    Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi’ne göre son yıllarda Batı Şeria'da Filistinlilerin kuyuları ve su rezervleri hızla yok ediliyor. Filistinliler için su sağlayan ya da depolayan herhangi bir yapı izni almak nerdeyse imkânsız.

    Oxfam International'da medya görevlisi olan Alun McDonald konuyla ilgili şunları söylüyor: "Bir yanda giderek çoğalan ve su kaynaklarının %80'ine sahip olan İsrail yerleşimleri var. Bazılarının inşaat izni aldığı, diğerlerinin alamadığı ayrımcı bir sistem var."

    Oslo Anlaşmaları'ndan bu yana İsrailliler ve Filistinliler arasındaki barış görüşmeleri durduğundan, C Bölgesi üzerindeki ihtilaf her zamankinden daha güçlü biçimde duruyor. Filistinliler için ülkelerinin doğal kaynaklarını kullanamama tehlikesi söz konusu. İsrailliler ise Filistin mirasına el koymaya, Filistinlilerin evlerini zorla yıkmaya ve işgalci bir güç olarak C Bölgesi'ni kontrol etmeye devam ediyor. İsrail dehşeti, uluslararası kamuoyunun denetiminden yoksun biçimde devam ediyor

    Kaynak Elcezire

    Kim Ne Dedi

    ‘’İsrail her şeyi yok edebilir ama Filistinlilerin iradelerini yok edemeyecek. İsrail'in yıktığı her şeyi yeniden yapacağız.’’

    NASIR NUCHA / SUSİYELİ KÖYLÜ

     

    ‘’Oslo Anlaşması Batı Şeria'yı coğrafi bölgelere ayırdı. Bana kalırsa bu en büyük yanlıştı.’’

    HÜSEYİN RİMMAVİ / BİRZEYT ÜNİVERSİTESİ

     

    ‘’Her gün yıkım ve tahliye kararları çıkıyor. Burada toprak gaspı sıradan bir olay.’’

    ARİF DARAGMİHEL  / MALİH KÖYÜ İHTİYAR HEYETİ BAŞKANI

     

    ‘’Eğer bir şeyler değişmezse, Filistinliler sadece susuzluk çekmeyecek, aynı zamanda açlıktan da ölecekler.’’

    ABDURRAHMAN TAMİMİ / FİLİSTİNLİ SU BİLİMCİLERİ DERNEĞİ

     

    ‘’Bize belli bir miktarda su veriliyor. Bu miktarı aşarsak cezası var.’’

    MAHMUD EBU ZAFER / ÇİFTÇİ, EL HALİL

     

    Ayrıntılar

    Açık Cezaevi

    1967'deki Altı Gün Savaşı'ndan bu yana İsrail siyasi suçlardan 700 bin Arab’ı hapse mahkûm etti. Bu mahkumların büyük bölümü Filistinliydi. Mahkumların bazıları hapiste ölürken, bazıları ise bugün hala hapiste bulunuyor. Ama geçen yıllar boyunca binlercesi de serbest kaldı. Onlardan bazılarının hikayelerine tanık olacaksınız.

    YÖNETMEN: AHMAD ADNAN AL-RAMHY (2012)

    Filistinliler için hapishane maalesef ortak bir kader. İşgalin başından beri nüfusun beşte biri en az bir kere hapse düştü. Binlerce Filistinli herhangi bir suçlama gösterilmeksizin ya da suçları açıklanmaksızın gözaltında tutuldu.

    Filistinli mahkumlar hapishanelerde kötü şartlar altında yaşadı ve kötü muameleye maruz kaldı. İnsan hakları örgütleri aralarında dayak, gereksiz hücre hapsi, ziyaret yasaklaması da bulunan çok çeşitli fiziksel ve psikolojik işkence rapor etti. Birleşmiş Milletler, İsrail Genel Güvenlik Birimi Şin Bet'in mahkumların sorgusunda kullandığı bazı teknikleri işkence olarak tanımladı

    Filistinli mahkumlar hapishanede bir kapı açmak, bir yatağa uzanmak ya da güneşin doğuşunu izlemek gibi gayet sıradan şeylerin hayalini kuruyor. Çünkü kalabalık hücrelerde karanlıkta tutuluyorlar. Hapishanede geçirdikleri her dakika çok sıkı bir şekilde kontrol ediliyor. Fiziksel özgürlükten yoksun mahkumlar zamanlarını düşünsel dünyalarını geliştirmeye adıyorlar.

    Bu bile çok kolay olmuyor. Filistinli mahkumlara ilk başlarda kalem ve kâğıt dahi verilmiyordu. Kitaplar yasaktı. Birtakım protestolardan sonra, mahkumların kalem, kâğıt, kitap ve gazete bulundurmalarına ve kontrollü olarak radyo dinlemelerine izin verildi.

    Hala birtakım sınırlamalar söz konusu. İsrail otoriteleri hapishane kütüphanelerinde sadece onaylı kitapların bulunmasına izin veriyor. Hapishanelere gelen kitapların çoğu kötü durumda ve mahkumlar bu kitapları bant ve yapıştırıcı kullanarak tamir etmeye çalışıyor.

    Geçen yıllar boyunca, İsrail siyasi anlaşmalar sonucu takas yoluyla bir grup Filistinli mahkûmu serbest bıraktı. Filistinliler mahkumların serbest kalışını Filistin davası açısından bir zafer olarak görüyor. Serbest bırakılan Filistinli mahkumlar kahramanlar gibi karşılanıyor.

    Ama aslına bakıldığında, pek çok eski mahkûm demir parmaklıklar ardında geçirdikleri yılların travmasını hala yaşıyor. Ömürlerinin önemli kısmını içerde geçiren bu kişiler kendilerini toplum dışı hissediyor. Kendisi de 12 yıl hapiste kalan Tereza Halasa "Mahkumların duyguları gençlik yıllarındaki gibi kalıyor. Okuyarak düşünce dünyalarını geliştirmiş oluyorlar ama duygusal olarak gelişmemiş oluyorlar." şeklinde konuşuyor

    Bugün binlerce Filistinli hala İsrail hapishanelerinde bulunuyor. Yüzlercesi müebbet hapse mahkûm. Onlarcası idari gözetim altında. Kaderleri Filistin'in kaderiyle ortak. Onların hikayeleri İsrail'in baskıları ve acımasız işgaline direnmenin bedelinin ne olduğunu ortaya koyuyor

    Kaynak: El Cezire

     

    Kim Ne Dedi

    ‘’Hapishanede hayat bir rutindir. Her gün aynıdır. Ya bu rutini yok edersiniz ya da bu rutin sizi yok eder.’’

    AHMET EBU SUKKAR / FİLİSTİNLİ ESKİ MAHKUM

                

    ‘’İsrailliler sizi insanlıktan çıkarıp güçlükle yaşamaya devam eden bir yaratığı dönüştürmek için hapseder. Unutulan birine dönersiniz. Sadece yemek yer ve uyursunuz.’’

    SALİH EBU LEBAN / FİLİSTİNLİ ESKİ MAHKUM

     

    ‘’Duvara karşı oturmaktan nefret ediyorum. Duvara bakarak oturmak bana hapishaneyi hatırlatıyor. Aşağılanma ve korku anlamına geliyor.’’

    SALİH EBU LEBAN / FİLİSTİNLİ ESKİ MAHKUM

     

    ‘’Rüyamda hapishaneyi görüyorum. Hücrede kendimi grev yaparken, okurken ya da bir şeyler yazarken görüyorum. İçimde yaşayan tablo bu.’’

    AHMET EBU HEDBAH / FİLİSTİNLİ ESKİ MAHKUM

     

    Ayrıntılar

    48'liler

    1948 yılında doğdum. Ben bir Filistinliyim. Ben bir İsrailliyim. Ben bir kadınım. 65 yılı geride bıraktım. 1948 yılında doğan, tarihi Filistin'de yaşamış beş sıradan kadının hikayesi…

    YÖNETMEN: AYED NABAA (2015)

    Bu, 1948 doğumlu beş sıradan kadının hikayesi. Aynı yılda doğan, ancak tarihi olayların geri dönülmez şekilde birbirinden ayırdığı İsrail ve Filistinli beş kadın…

    Filistinliler, Mayıs 1948'de İsrail devletinin kuruluşunu Nekbet, yani Büyük Felaket olarak adlandırıyor.

    Filmde yer alan ikisi İsrailli, üçü Filistinli beş kadının hepsi 1948'de doğdu. Fakat İsrail devletinin kuruluşu ve akabinde yaşanan olaylar, başka şartlar altında pek çok ortak noktası olabilecek bu kadınları tam tersi istikametlere sürüklemiş

    Rişon Lezyon bölgesinde yaşayan Ukrayna asıllı İsrailli Rena Rejev için 14 Mayıs "Bağımsızlık Günü"nde doğmuş olmak büyük mutluluk.

    "Okulda, arkadaşlarımın, akrabalarımın arasında bir tek ben 48'de doğmuş bir 'bağımsızlık kızı'ydım" diyen Rejev, her yıl Bağımsızlık Günü'nde dalgalanan bayraklar ve atılan havai fişeklerle adeta kendi doğum günü de kutlanıyormuş gibi hissediyor. "Bağımsızlık Günü benim bir parçam oldu" diyor.

    Kahire'de yaşayan Filistinli Latife Yusuf ise, Rejev'in aksine doğum günlerinde yaşadığı duyguyu tarif etmekte zorlanıyor. Ağustos 1948 doğumlu olan Yusuf için bu tarih ülkesinin uğradığı "tecavüzü" hatırlatıyor. Yusuf, "İşgalin benim hayatımla yakından ilişkisi var ve bu acımı daha da arttırıyor" diyor.

    "Tanrı ancak İsrail devleti kurulduktan sonra doğmama izin verdi" diyor Fas asıllı İsrailli Madlen Abergel Vanunu.

    8 Ekim 1948'de Gazze'de dünyaya gelen Feyruz Arife'nin hikayesi ise bambaşka: "Mülteciydim. Fakirdik, açtık ve çadırda yaşıyorduk. Hiç aklımdan çıkmaz."

    İşgal Altındaki Batı Şeria'da yaşayan Filistinli Hatice Zoraiki de onunla benzer duygular içinde. Doğum günleri, oğullarının İsrail'de hapiste olduğu gerçeğine katlanmasını daha da zorlaştırıyor ve Nekbet'n bugün de hâlâ sürdüğünü hatırlatıyor: "Her doğum günümde bu felaketi iki kat daha ağır hissederim."

    1948 sonrası hayata dair dramatik insan hikayeleri, bu beş kadınlar yapılmış samimi röportajlarla daha da etkili bir şekilde gözler önüne seriliyor. Film, iki farklı taraftan insanlar arasında 67 yıl sonra hâlâ taban tabana zıt görüşler olduğunu ve neredeyse hiç ortak bir zemin bulunmadığını gösteriyor.

    Kaynak Elcezire

    Kim Ne Dedi

    ‘’Filistinlilerin İsrail devleti yüzünden mülteci kamplarında kaldığını düşünmüyorum. Başka bir devletin idaresi altında başka bir yerdeler. Neden mülteci kamplarında yaşamak zorunda olduklarını anlamıyorum. Neden daha insani koşullarda yaşamıyorlar’’?

    RENA REJEV / UKRAYNA ASILLI İSRAİLLİ

     

    ‘’İsrail hapishanelerinde işkence sistematik ve planlıdır. Çok korkunç muameleler gördüm. Beni tecavüzle, ailemi tutuklamakla ve evimizi yıkmakla tehdit ettiler.’’

    FEYRUZ ARİFE / GAZZE'DEKİ CİBALİYE KAMPINDA YAŞAYAN BİR FİLİSTİNLİ

     

    Ayrıntılar

    Sürgün Edilenler

    İsrail, Filistinlileri sınır dışı etmek de dahil birçok farklı şekilde yerinden yurdundan etti. Oysa Filistinlileri İsrail ve İşgal Altındaki Filistin Toprakları ‘ndan sürme politikası, uluslararası hukuka göre yasak.

    YÖNETMEN: BAHEA NAMOOR (2014)

    İsrail'in 1948 yılındaki kuruluşundan bu yana Filistinliler sürgün yoluyla hem bireysel hem de toplu olarak topraklarından kovuldu. 1949 yılında kabul edilen Dördüncü Cenevre Sözleşmesi, işgal altındaki topraklarda yaşayanların toplu halde sürülmesini yasaklıyor.

    Tehcir ya da insanların işgal altındaki topraklardan zorla çıkarılması, Uluslararası Ceza Divanı Roma Statüsü kapsamında da savaş suçu kabul ediliyor.

    İsrail ordusu komutanları, İşgal Altındaki Filistin Topraklarında halen yürürlükte olan 1945 tarihli Savunma (Acil Durum) Düzenlemeleri uyarınca Filistinlileri sınır dışı edebiliyor.

    1992 yılının soğuk bir Aralık gününde 415 Filistinli, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde haklarında hiçbir uyarı olmadan çıkarılan sınır dışı etme emri çıkarılmasının ardından, İşgal Altındaki Filistin Topraklarından Güney Lübnan'a sürüldü. Sınır dışı edilecek kişiler, elleri kelepçelenip gözleri bağlanarak Güney Lübnan'a götürülmek üzere otobüslere bindirildi. Konvoy yoldayken birkaç saat bekletildi. Aradaki süre zarfında İsrail Yüksek Mahkemesi, sınır dışı etme kararlarının yasal olup olmadığını tartıştı, ancak mahkemeden çıkan karar hükümet kararının lehine oldu. Otobüsler Filistin'in kuzeyine doğru ilerlerken Lübnanlı yetkililer tarafından durduruldu. Lübnan topraklarına girişlerine izin verilmedi. Navaf El Takuri, İsrail sınırının beş kilometre kuzeyinde durdurulan o otobüslerden birindeydi. Otobüstekilerin Filistin'e yürüyerek geri dönmesine karar verilmişti.

    Buruşuk yeşil yağmurluklu erkekler upuzun bir sıra halinde, soğuktan titreyerek yavaş yavaş sınıra doğru yürümeye başladı. Sınıra geldiklerinde ise soğuk havayı delen bir kurşun yağmuru ile karşılaştılar. İsrail askerleri sınırı geçmelerine izin vermedi. 400'den fazla adam, bu sahipsiz topraklarda, İsrail 'güvenlik bölgesi' ile Lübnan arasındaki Mercuz Zuhur Vadisi'nde sıkışıp kalmıştı. Burada bir yıl boyunca köhne, eğreti çadırlarda yaşamak zorunda kaldılar. Ateşin etrafında şiirler okuyarak avunmaya çalışıyorlardı. Ancak teselli bulmak için yazdıkları o dizeler kısa süre sonra bir değişim çağrısına dönüştü.

    Navaf El Takuri, o günleri şöyle anlatıyor: "Bir yönetim komitesi kurduk. Çadırlardan bir dükkan ve namaz odası yaptık. Kendi üniversitemiz bile vardı.”

    Sahipsiz topraklara zorla sürülmek, oradakilerin çoğu için bir araya gelerek medyanın dikkatini çekecek ve İsrail'i hatasından döndürecek bir protesto hareketi başlatmak için fırsat oldu. İsrail'in Filistinlileri toplu olarak sınır dışı etmesi ya da birçoklarının söylediği gibi toplu halde cezalandırması artık uluslararası bir hikâye haline gelerek ters tepmeye başlıyordu.

    "Utanç verici bir durum muydu? Elbette. Mercuz Zuhur 'da kameralar önünde protesto yaptılar" diyor İsrail Dışişleri Bakanlığı'ndan Yigal Palmor

    Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi İsrail'in bu uygulamalarını kınayarak, yapılanların Dördüncü Cenevre Sözleşmesi'ne aykırı olduğunu açıkladı ve sınır dışı edilenlerin tamamının bir an önce geri alınması çağrısında bulundu.

    İsrail, sürgü ettiği Filistinlileri geri getirmek zorunda kaldı. Çoğu ailelerine geri dönerken, 17'si geri dönüş imkânı olmayacak şekilde sınır dışı edilmişti. Suriye'ye gönderilen Navaf El Takuri de onlardan biriydi. İsrail, babasının El Takuri'yi ziyaret etmesine on yıl izin vermedi. Annesi ise oğlunu 20 yılda ancak dört kez görebildi.

    El Takuri o günlere dair şunları anlatıyor: "Sanki tüm aile zorla sürülmüş gibiydi. Birbirimizden ayrıldık. Oğlumdan ayrıldığımda beş aylıktı. İki yaşına kadar göremedim. Beni görünce amcası sandı."

    İlk tehcirden yaklaşık on yıl sonra, İkinci Filistin İntifadası sırasında yine bir toplu sınır dışı etme operasyonu oldu. 2002 yılında İsrail, 38 gün boyunca işgal altındaki Batı Şeria'nın Beytüllahim kentindeki Doğuş Kilisesi'ne sığınan birkaç Filistinli ile ilgili bir anlaşma yaptı. ABD'nin aracılığıyla imzalanan anlaşma uyarınca, içlerinden 39'unun Avrupa ve Gazze Şeridi'ne sürülmesi karşılığında, kiliseye sığınan Filistinlilerin İsrail kuşatması altındaki kiliseden güvenli bir şekilde çıkmasına izin verildi.

    2011'de Hamas ile yapılan bir anlaşma kapsamında ise İsrailli asker Gilad Şalit'in serbest bırakılması karşılığında 180 Filistinli mahkûm serbest bırakılıp sınır dışı edildi. Sınır dışı edilmek, aileleri ve sevdikleri ile aralarına giren kalın hapishane duvarlarını aşıp oradan kaçmaya can atan mahkumlar için umut demekti, ama bir araya gelmenin de bir bedeli vardı.

    Sınır dışı edilerek Türkiye'ye gönderilen Tayser Sabih, o günlere dair bir anısını şöyle aktarıyor: "Otobüste bir mahkûm bana '20 yıldır hapisteydim, ama hiçbir zaman evimden uzak hissetmedim. Şimdi sürgün edilmenin ne demek olduğunu anladım' demişti."

    Sürgün edilenler şimdilik yabancı ülkelerde hayatlarını sürdürmeye çalışıyor ve fiziken çok uzakta olsalar kalben Filistin için mücadeleye devam ediyorlar.

    Kaynak Elcezire

    Kim Ne Dedi

    ‘’Oğlumdan ayrıldığımda beş aylıktı. İki yaşına kadar göremedim. Beni amcası sandı. Bir gün babası olduğumu anlayacak.’’

    NAVAF EL TAKRURİ / 1993'TE SÜRGÜN EDİLDİ, TÜRKİYE'DE YAŞIYOR

     

    ‘’İsrail sürgün yoluyla Filistinlileri kendi topraklarından men ediyor.’’

    MUHAMMED MUHENNA / 2002'DE SÜRGÜN EDİLDİ, YUNANİSTAN'OA YAŞIYOR

     

    ‘’Müebbet hapis cezasına çarptırılmış biri için tek yol sınır dışı edilmekti. Hapiste olmak idam cezası gibi bir şey.’’

    SALİH EL ARURİ / HAMAS

     

    ‘’Biz oraya varmadan bir gün önce İsrail Yunanistan'ı bizim terör tehdidi olduğumuz yönünde uyardı. Bizi reddetmeleri için Yunanistan'a baskı yaptılar.’’

    MEMDUH EL VARDİYAN / 2002'DE SÜRGÜN EDİLDİ, YUNANİSTAN'OA YAŞIYOR

     

     

    Ayrıntılar

    Yasaklar Ülkesi

    İsrail her yıl Kutsal Topraklara milyonlarca turist çekiyor. Turistlere bu topraklarda yüzyıllarca yaşamış Müslüman ve Hıristiyanların tarihini y

    Yönetmen: AHMAD DAMEN 2013

    Turizm İsrail ekonomisinde çok önemli yer teşkil ediyor. Sadece 2013 yılında çoğu hac amacıyla 3 milyon 500 bin turist İsrail'i ziyaret etti. Sansür özellikle Hristiyan turistler için uygulanıyor. Hıristiyanların bu topraklarla olan tarihi bağlantıları yok sayılıyor. İsrail'in 1948'ten beri Filistinli Hıristiyanlara yaptığı zulüm de sansürleniyor.

    Filistinli Hıristiyanların toprakları ellerinden alındı ve evlerinden edildiler. Hayatlarına kasteden saldırılara maruz kaldılar. İsrail hükümetince korunan radikal Yahudiler Filistinli Hıristiyan liderlere bomba, silah ve bıçaklarla saldırdı. Filistinli Hıristiyanlara ait tarım arazileri ateşe verildi.

    Sonuç olarak Kutsal Toprakların anlamı o toprakların insanlarına, yani Filistinlilere bağlı. İsrail işgali dinlerine bakmaksızın tüm Filistinlileri cezalandırmaya devam ediyor. Şu anda azınlık durumunda olan Filistinli Hıristiyanlar da bundan nasibini alıyor. İsrail onların şehirlerinin ve kutsal yerlerinin kalkınmasını engelliyor. İşgal Hıristiyan liderleri hedef alan radikal Yahudilere de destek veriyor. Filistinlilerin hakları korunana kadar, bölgenin "Kutsal Topraklar" olduğuna ilişkin hikayelerin hepsi anlamını yitirecek

     

    ‘’Kontrol noktaları ve ayrım duvarı yapan ayrımcı İsrail rejimi altında Hıristiyanların kutsal yerlerini ziyaret edemem.’’

    FADİ KATTAN / TURİZMCİ, BEYTÜLLAHİM

     

    ‘’Bazı İsrailli bakanların kullandığı dil, aşırılık yanlısı saldırgan Yahudiler kadar sert ve ırkçı.’’

    BAŞPİSKOPOS ATAALLAH HANNAH / SABASTİA ORTODOKS KİLİSESİ

     

    ‘’Müslüman ve Hıristiyan Filistinliler Kudüs'teki kutsal yerleri ziyaret etmekten mahrum bırakılıyor.’’

    BAŞPİSKOPOS ATAALLAH HANNAH / SABASTİA ORTODOKS KİLİSESİ

     

    Ayrıntılar

    Gazze'yi Karartma

    Gazze şehri, bazen günde 12 saate kadar karanlıkta bırakan ciddi bir enerji sıkıntısı yaşıyor. Elektrik kesintileri, şehirde yaşayan 1 milyon 800 bin insanın hayatını ciddi şekilde olumsuz etkiliyor.

    YÖNETMEN: ASHRAF AL-MASHHARAWY (2012)

    Gazze'de gıda ve su tedariki, temizlik, sağlık ve eğitim hizmetleri elektrik kesintileri nedeniyle sekteye uğruyor.

    Karanlıkta kalmak, Filistinlilerin yaşadığı sıkıntıların en büyüğü ve gündelik yaşamın her alanına etki ediyor.

    Gazze Şeridi, İsrail tarafından 1967'de işgal edildi. Gazze'deki Filistinlilerin yüzde 60'ından fazlasını, 1948'te Filistin'in diğer bölgelerindeki evlerini terk etmeye mecbur bırakılan mülteciler oluşturuyor. Gazze'de hüküm süren elektrik sıkıntısı, İsrail'in 2006'da düzenlediği hava saldırılarında Gazze'nin tek elektrik santralinin altı trafosunu birden tahrip etmesiyle baş gösterdi.

    Elektrik santrali ancak kısmen onarılabildi. Zira İsrail ablukası, inşaat için gerekli parça, malzeme ve yakıtın Gazze'ye ulaşımını engelliyor. İsrail'in Gazze'nin enerji nakil hatlarını sistemli biçimde hedef almaya devam etmesi ise durumu daha da kötüleştiriyor.

    Santral yıllardır çok düşük kapasiteyle çalışıyor ve Gazze'nin günlük ihtiyacı olan 300MW enerjinin sadece 80 MW'ını üretiyor. Gazze Elektrik İdaresi, bu açığı elektrik kesintileriyle idare etmeye çalışıyor. Günün her anı Gazzelilerin üçte biri elektriksiz yaşıyor.

    Gazze'deki elektrik sıkıntısı görece yeni bir sorun olabilir ama eski sorunları daha da içinden çıkılmaz duruma getirdiği bir gerçek. Özellikle Filistinlilerin temiz suya erişimleri konusundaki etkisi çok ciddi boyutta. Elektrik kesintileri kanalizasyon hizmetlerini engellediği gibi su pompaların çalışmasını da durduruyor.

    Yıllardır İsrail'in füze ve kara saldırıları Gazze boru hatlarına zarar veriyor. Yıllardır süren çatışmalar dolayısıyla kanalizasyon sitemi de harap olmuş durumda. Bunun sonucu olarak içme suyuna sık sık kanalizasyon karışıyor ve suyla taşınan hastalıkların artmasına neden oluyor.

    Gazze'nin su kalitesini arttırmak için hazırlanan tüm planlar enerji sıkıntısı yüzünden uygulanamadı. Su projeleri çok fazla enerjiye ihtiyaç duyuyor. Var olan su ve kanalizasyon sistemi için yeterli enerji yokken, yeni su sistemleri hizmete sokmak imkânsız hale geliyor.

    Pek çok gözlemciye göre Gazze'deki enerji sorunun çözümü İsrail'in kara ve deniz ablukasının kaldırılması. Abluka Gazze'deki hayatı istikrarsızlaştırıyor.

    Birleşmiş Milletler koşulların çok hızlı biçimde kötüleştiği ve Gazze'nin 2020'de yaşanamaz hale geleceği konusunda bir uyarıda bulundu. İsrail ablukası derin bir insanı felakete sahne hazırlıyor. Elektrik kesintileri Gazzeli öğrencilerin hayatını da olumsuz etkiliyor. Evde ödevlerini mum ya da kandil ışığı altında yapmak zorunda kalıyorlar.

    Bu da onların öğrenme yeteneklerine ve konsantrasyonlarına etki ediyor. Jeneratörler ışık üretiyor belki ama başka sorunlara yol açıyor. Okullarda öğrenciler jeneratörlerin gürültüsünden, çıkardığı duman ve kokudan şikayetçi.

    Elektrik kesintisi okullarda yemekhanelerin ve tuvaletlerin pis kalması ve elleri yıkayacak kadar bile temiz su bulunmamasına neden oluyor.

    Gazzeliler İsrail bombardımanı altında hayatta kalmak için her gün sıkıntılar yaşıyorlar. Karartmalar onların hayatını daha da zorlaştırıyor. Elektrik sıkıntısı kalp ve böbrek hastalarıyla, kuvözdeki bebeklerin hayatını da riske atıyor.

    Ama elektrik sıkıntısı sıradan Filistinlilerin hayatını da tehdit ediyor. Doğru kullanılmadığında jeneratörler tehlike oluşturabiliyor. Onlarca Filistinli jeneratörlerin hatalı kullanımına bağlı olarak ortaya çıkan karbonmonoksit zehirlenmesi, yangın ya da patlamalar sonucu yaralandı ya da öldü.

    Gazze'deki enerji sıkıntısı Filistinliler için bir rahatsızlıktan öte yaşamsal bir tehdit oluşturuyor.

     

    Kaynak Elcezire

    Kim Ne Dedi

    ‘’Gazze'deki durum dayanılmaz.’’

    SUHEYL SKEYK GAZZE ELEKTRİK SANTRALİ GENEL MÜDÜRÜ

     

    ‘’Refah'taki su tuzlu ve kirli. Bu yüzden insanlar bu temiz suyu satın alıyor.’’

    IMAD HİCAZİ / SU SATICISI

     

    ‘’En zor tarafı da çocukların sınavı olduğunda ortaya çıkıyor. Mum ışığında ders çalışıyorlar.’’

    SABRIN DIB / GAZZE'DE YAŞAYAN FİLİSTİNLİ

     

    ‘’İsrail elektriği bir savaş silahı olarak kullanıyor. 2006'da İsrailli er Gilad Şalit'in esir alınmasına verdikleri ilk tepki Gazze elektrik santralini bombalamak oldu.’’

    KENAN ULEYD / GAZZE ENERJİ KURUMU GENEL BAŞKANI

     

    ‘’Üç çocuğum jeneratör yüzünden öldü. Diğer ikisi ciddi biçimde yaralandı.’’

    AMİNE BARGUT / GAZZE'DE YAŞAYAN FİLİSTİNLİ

     

     

     

     

    Ayrıntılar

    Gazze Yeniden

    İsrail, 2006 yılında Gazze'ye karadan, denizden ve havadan bir abluka uygulamaya başladı. Bu abluka şehirde yaşayan 1 milyon 800 bin Filistinlinin çektiği acıları daha da arttırdı. Çok fazla gündeme gelmese de Filistinliler gündelik yaşamlarında kuşatmaya direnmek için pek çok farklı çözüm buldu.

    YÖNETMEN: ASHRAF AL-MASHHARAWY (2011)

    Gazze’liler İsrail ablukasıyla baş etmek için yaratıcı yollar bulmak zorunda kalıyor. Kuşatma gıda ve yakıt gibi temel ihtiyaç malzemelerinin temininde sıkıntıya neden oluyor. Abluka Gazze'nin uzun vadeli ekonomik gelişmesine de engel oluyor. Eğitim, sağlık hizmetleri ve içme suyuna erişim gibi kronik sorunlar daha da içinden çıkılmaz hale geliyor. Koşullar kötüleştikçe, Filistinliler yeni çözüm yolları buluyor, onurlu bir yaşam mücadelesi veriyor ve her gün karşılaştıkları aşağılanmalara boyun eğmeyi reddediyorlar.

    Kuşatmanın başından beri, İsrail 2008, 2012 ve 2014 yıllarında üç kez uzun süren saldırılarda bulundu. Bu saldırılar zaten kötü olan Gazze'nin durumunu daha da kötüleştirdi. On binlerce ev, okul ve iş yeri yerle bir edildi.

    Yıkılan binaları yeniden inşa etmek nerdeyse imkânsız, çünkü kuşatma, inşaat malzemelerinin Gazze'ye ulaşmasına engel oluyor. Ama Filistinliler bu sorunu aşmanın yolunu bulmuş. Evlerini yeniden yapmak için Mısır'dan tüneller vasıtasıyla getirdikleri beton ve yıkılan evlerden çıkan molozları kullanıyorlar.

    Gazzeliler çok sert koşullar altında bile normal bir hayat sürme mücadelesi veriyor. Kararlılıklarının nedeni zorunluluk ama bu kararlılık aynı zamanda sembolik bir anlam da içeriyor. Tüm dünyaya İsrail işgaliyle yıkılmayacaklarını göstermek istiyorlar. İsrail donanması Gazze'yi sürekli olarak tehdit ediyor. Çiftçiler İsrail'in askeri bölge ilan ettiği arazileri sürmeye devam ederek hayatlarını riske atıyor. İsrail hava saldırıları okulları hedef alsa da veliler çocuklarını okula göndermeye devam ediyor.

    Dışarıdan bakanlar için bu direnç anlaşılmaz görünebilir. “Filistinliler evlerini İsrail'in tekrar yerle bir etmesi için mi yeniden inşa ediyor?” diye düşünebilirsiniz. “Filistinli balıkçılar birkaç balık tutabilmek için neden hayatlarını riske ediyor?” diye aklınıza getirebilirsiniz.

    Filistinliler için işgale direnmek gereksinimden öte bir şey. Bu ahlaki bir görev. İsrail ablukayla Gazze'de yaşayan Filistinlileri topyekûn cezalandırıyor. Filistinliler ise işgalle kısıtlanmaya itiraz ediyor. Halkın ve ülkenin ışığı hala parlamaya devam ediyor.

    Kaynak Elcezire

    Kim Ne Dedi

    ‘’İsrail bizi ortadan kaldırıp, ülkemizi ele geçirmeyi daha fazla istedikçe, biz de daha büyük bir hayatta kalma kararlığı göstereceğiz.’’

    EBU ENVER CAHCUH / GAZZELİ MISIR SATICISI

     

    ‘’(İsrailliler) Ne yaparsalarsa yapsınlar, gülümsememizi yok etmeyi beceremiyor.’’

    ABDULMUTİ ABD RABBU / FİLİSTİNLİ FİLM YÖNETMENİ

    Ayrıntılar

    Bekle Bizi Gazze

    İsrail 1967'de Gazze Şeridi ve Batı Şeria'yı işgal edince, gemilerin Gazze limanlarına girmesi yasaklandı. İsrail 2006'da Gazze'ye karadan, havadan ve denizden katı bir kuşatma uygulamaya başladı. Uluslararası kamuoyu işgal ve kuşatmaya karşı çıkmakta başarısız oldu. Ancak 2008'de küçük bir eylemci grubu iki ahşap tekneyle Gazze Şeridi'ne uzun yıllardır uygulanan ablukayı kırdı.

    2008 yazında, 17 ülkeden 44 aktivist Filistin tarihinde unutulmaz bir ana imza attılar.  Yunanistan'dan yola çıkıp İsrail deniz kuvvetlerinin 40 yıldır devam eden ablukasını kırarak tekneyle Gazze'ye ulaştılar.

    YÖNETMEN: YORGOS AVGEROPOULOS & YIANNIS KARIPIDIS (2010)

    İnsan hakları aktivistlerinden oluşan bir koalisyon İsrail kuşatmasına karşı gelmek üzere 2008'de Gazze'ye Özgürlük Hareketi'ni kurdu. Grup bugün tanınan ve aralarında Güney Afrika Başpiskoposu Desmond, Tutu ve Nobel Barış Ödülü sahibi Mairead Corrigan gibi önemli kişiler tarafından desteklenen bir hayır kuruluşu.

    Ancak grup kurulurken, grup üyeleri bile bunun bir çılgınlık olduğunu düşünüyordu. Tek amaçları İsrail kuşatmasını kaldırmaktı. Ancak mesele bunu nasıl yapacaklarıydı. Gazze'deki İsrail ablukasını kırmanın tek gerçekçi yolunun denizden olacağına karar verdiler. Bunun için de bir tekneye ihtiyaçları vardı.

    Grup üyeleri Gazze'ye demir atabilmeyi başarırlarsa bunun güçlü bir mesaj vereceğine inanıyorlardı. Filistinlilere sıradan insanların onların acısıyla ilgilendiğini gösterebileceklerdi. İsrail gibi dünyanın en büyük silahlı güçlerinden birine, bir tecridi sonsuza kadar sürdüremeyeceği mesajını verebileceklerdi. Ayrıca uluslararası kamuoyuna da Filistinlileri desteğe ihtiyaçları olduğu bir dönemde yüzüstü bırakmanın hiçbir mazereti olamayacağını anlatacaklardı.

    Gazze'ye gitmek büyük bir şeydi. Eğer grup limana varmayı başarabilirse, tüm dünyanın dikkatini çekecekti.

    Plan başından itibaren çok tehlikeliydi. Gazze'ye Özgürlük Hareketi, Gazze'ye denizden ulaşmaya çalışan ilk grup değildi. Önceki girişimler İsrail saldırılarıyla sona erdirilmişti. Tekneler havaya uçurulmuştu.

    Gazze'ye Özgürlük Hareketi'nin kurucularından olan Vangelis Pissias, iki eski ahşap tekne ve bu tekneleri bir deniz seyahatine hazırlamayı kabul eden bir tekne ustası buldu. Çalışmalar iki ay sürdü. Bu süre boyunca, plan bir sır olarak saklandı. Grup kontörlü telefon hatları kullandı. Tekneler başarılı biçimde gizlendi.

    Gazze'ye Özgürlük Hareketi kurucu üyelerinden Amerikan vatandaşı Dr. Paul Larudee o günleri şöyle anlatıyor: "Proje belki bin kere ölme noktasına geldi, ama her defasında yeni biri ortaya çıkıp projeyi kurtardı".

    Tekneler sefere hazırlanmadan önce Gazze'ye Özgürlük Hareketi üyelerinden biri ölü bulundu. 15 Nisan 2008'de Riad Hamad'ın cesedi Texas Austin yakınlarında bir gölde bulundu. Gözleri bantlanmıştı. Bacakları ve elleri bağlıydı. Hamad'ın ölümü kayıtlara intihar olarak geçti ancak Hamad'ın Gazze'ye Özgürlük Hareketi'yle bağlantısı yüzünden bir cinayete kurban gitmiş olabileceği şüphesi hala devam ediyor.

    İsrail Gazze'ye Özgürlük Hareketi'nden planı durdurmasını istedi. Grup buna karşı çıktı. Ahşap tekneler, 2008 Ağustos'unda aralarında İsrail'in de olduğu 17 farklı ülkeden 44 aktivistle Gazze'ye doğru yola çıktı. Gazze limanına 41 yıldır yabancı bir gemi yanaşmamıştı. 21 Ağustos'ta iki tekne de Gazze limanına halat bağladı. İsrail'in Gazze kuşatması bir anlığına sona ermişti.

    Gazzeli Filistinliler tekneleri sevinçle ve zafer çığlıklarıyla karşıladı.

    İlk görev boyunca, Gazze'ye Özgürlük Hareketi Gazze'ye dokuz sefer düzenledi ve bölgeye gıda, sağlık ve inşaat malzemesi götürdü. İlk seferlerdeki yardımlar Gazze'ye ulaşmayı başarabildi ancak İsrail güçleri müteakip seferleri engelledi.

    2010 yılında su altı taarruz komandoları Mavi Marmara'ya saldırıp dokuz Türk’ü öldürünce İsrail uluslararası kamuoyu tarafından yoğun bir şekilde kınandı.

    Son yardım seferinin ölümcül sonuçlarına rağmen, Gazze'ye Özgürlük Hareketi, Filistinlilerin durumunun son aylarda daha da aciliyet kazandığını söyleyerek Gazze'ye ikinci bir yardım dalgası göndermeye karar verdi.

     

    Kaynak Elcezire

    Kim Ne Dedi

    ‘’İnsan haklarını savunmakla görevli olan ama Filistin'i hep unutan kurumların harekete geçmesini beklemekten yorulan sıradan insanların oluşturduğu bu hareketin bir parçası olmaktan onur duyuyorum.’’

    HUVEYDA ARRAF ÖZGÜR GAZZE HAREKETİ ÜYESİ

     

    ‘’Bu hayat, insanlık, Filistin, Gazze ve acı çeken insanlarla ilgili kaygıları olanların meselesi.’’

    TASSOS KARAMBINAS / DENİZCİ

     

    ‘’Proje belki bin kere ölme noktasına geldi, ama her defasında yeni biri ortaya çıkıp projeyi kurtardı.’’

    PAUL LARUDEE 7 ÖZGÜR GAZZE HAREKETİ ÜYESİ

     

    ‘’Bu kadar uzun süredir abluka altında yaşayan insanların bu kadar metanetli ve pozitif olduklarını ve hala eğlenip gülebildiğini görmek gerçekten çok şaşırtıcı.’’

    VANGELIS PISSIAS / ATİNA ULUSAL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ

     

     

    Ayrıntılar

    İsrailli Radikal Gideon Levy

    Gideon Levi İsrail'in en ünlü, aynı zamanda en nefret edilen gazetecilerinden biri.

    YÖENETMEN: BILAL YOUSEF (2013)

    Levi, bugüne kadar İsrail askerleri tarafından vuruldu, vatandaşları tarafından fena halde benzetilmekle tehdit edildi, politikacılar tarafından da "güvenlik tehdidi" olarak damgalandı. Tüm bunların sebebi çok az İsraillinin yapmaya cesaret edebildiği bir şeyi yapmasaydı. O otuz senedir işgal altındaki toprakları gezip orada gördüklerini insanlara aktarıyor.

    Haaretz gazetesindeki köşesinde İsrail işgali altındaki sıradan Filistinlilerin hayatlarını gözler önüne seriyor. Levi İsraillilerin pek çoğunun bir fanus içinde yaşadığını ve İsrail güvenlik güçlerinin Filistinlilere karşı işlediği vahşetin farkında olmadığını söylüyor.

    Ona göre İsrail medyasının büyük bölümü de suç ortağı çünkü Filistinlilerin, İsraillilerin düşmanı olduğu hikayelerine karşı çıkamıyorlar. Levi, yazılarıyla bu fanusu kırmaya çalışıyor. Filistinliler hakkında yazarken vicdanın sesini dinliyor ve onların gündelik sıkıntılarını belgelemeye çalışıyor.

    Levi yazılarından birinde Fayize Ebu Dahuk'un hikayesini konu etmiş. Hamile olan Dahuk'un doğum sancıları başlayınca, kayınbiraderi onu hastaneye götürmeye çalışmış ancak iki farklı kontrol noktasında da İsrail askerleri tarafından geçişlerine izin verilmemiş.

    Ebu Dahuk arabanın arka koltuğunda doğum yapmış ve hastaneye ulaşmak için iki kilometre yürümüş. Yeni doğan bebek hastaymış ve ertesi gün ölmüş.

    Levi'nin hikayeleri, yıllardır İsrail askerlerinin Filistinlilere karşı muamelelerinin nasıl cezasız kaldığını gözler önüne seriyor. Bazı İsrailliler işgalin rahatsız edici sonuçlarına ışık tuttuğu için Levi’yi bir kahraman olarak görüyor. Diğerleri ise onu Filistin propagandası yapmakla suçluyor. Yazıları onu pek çok İsraillinin hedefi haline getiriyor.

    Levi yerleşimcilerin zeytin ağaçlarını yok etmesini de konu etmiş. El Halil'de Filistinlilerin İsrail askerlerinden gördükleri şiddete tanıklık etmiş. İsrail'in utanç duvarını barışçı biçimde protesto ederken İsrail askerleri tarafından öldürülen genç bir adam ve bir kadının anneleriyle röportaj da yapmış.

    Onun hikayeleri İsrailli okurların kendilerini Filistinli komşularının içinde bulunduğu duruma koymasına yarıyor.

    Levi bu süreçte pek çok şey gördüğünü söylüyor: "Ölen çocuklar, yaralanan insanlar, ateşe verilen çiftlikler, yakılan evler ve arabalar, sürüleri çalınan çobanlar, mallarına el konan köylüler, gözaltına alınan insanlar."

    Levi, İsrail şiddetine karşı koymak için Filistinlilerin ayaklanıp yeni bir intifada başlatması gerektiğini düşünüyor. Kendisi gibi düşünmeyenler tarafından hedef olmaya açık biri için çok da kolay ifade edilemeyecek bir düşünce bu. Levi nasıl hedef haline geldiğini şöyle anlatıyor. "İki kez bana saldırmak istediler ama onlardan kaçtım. Biri evimin önünde, biri de plajda oldu."

    Rakip gazetelerdeki bazı meslektaşları Levi'nin yazılarının antisemitizm değirmenine su taşıdığı görüşündeler. Bugünlerde Levi yazılarını güvenlik gerekçesiyle evinden yazıyor. Dışarı çıktığında sıkça İsraillilerin hakaretleri ve düşmanca tavırlarıyla karşılaşıyor.

    30 yılı aşkın süredir Filistinlilere yapılan mezalimi gözler önüne seren Levi yılmıyor. Haaretz'in İngilizce de yayına başlamasıyla Levi'nin tanınırlığı daha da arttı.

    Bugün Filistinlilerin karşı karşıya olduğu adaletsizliği anlamak için İsrail dışındaki milyonlarca insan da Levi'nin yazılarını okuyor. Levi yazılarının bir farkındalık yarattığını düşünüyor.

     

    Kaynak Elcezire

    Ayrıntılar

    Ölümüne Direniş

    İsrail hapishanelerindeki Filistinli mahkumlar hem fiziksel hem de psikolojik kötü muameleyle karşı karşıya kalıyor ve bu konuda başvurabilecekleri bir makam da bulamıyor. Onlar da bir direniş yolu olarak açlık grevini seçiyor.

    YÖNETMEN: ASHRAF AL-MASHHARAWY (2014)

    Filistinli mahkumlar için açlık grevi hapishane hayatının vazgeçilmez bir parçası. Açlık grevine başvurma sıklığı mahkumların çaresizliğinin bir kanıtı niteliğinde. Mahkumlar kötü muameleye, hücre cezalarına, çıplak aramalara, uykusuzluk cezalarına ve kaba dayağa katlanmaktansa ölümü göze alıyorlar.

    Yüzlerce Filistinli mahkûm herhangi bir suçlama olmaksızın, ya da işledikleri düşünülen suçlar kendilerine söylenmeksizin idari gözetim altında tutuluyorlar. Ailelerinin kendilerini ziyaret etmesi gibi çok temel hakları bile ellerinden alınıyor. Bu mahkumlar için direnmenin neredeyse tek yolu açlık grevi.

    Açlık grevi şiddet içermeyen bir direniş yöntemi olarak uzun süredir kullanılageliyor. İnsanlar siyasi protestolarını ortaya koymak, yaşadıkları sıkıntılar hakkında farkındalık yaratmak ve kendilerine baskı uygulayanlara karşı çıkmak için bedenlerini ölüme yatırıyorlar. Mahatma Gandhi Hindistan'daki İngiliz idaresini protesto etmek için birkaç defa açlık grevine başvurmuştu. Mahkûm olan IRA üyeleri de salıverilmelerini sağlamak için açlık grevini kullanmıştı.

    Bir açlık grevinin başarılı olması için gereken üç faktör var. Bunlar medya ilgisi, halk desteği ve belki de en önemlisi grev yapanların kararlılığı. Açlık grevine başlayanlar için bunun hayatlarının sonu olması gibi gerçek bir tehlike söz konusu. İnsan sağlığı gıda almadığı zaman hızla kötüleşiyor. İki hafta sonunda vücut hayatta kalmak için dokuları parçalamaya başlıyor. İki ay içinde ise kalp yetmezliği yüzünden ölüm riski ortaya çıkıyor.

    Filistinli mahkumlar İsrail işgalinin başından beri onlarca açlık grevi başlattı. Bazı durumlarda bu grevler mahkumların temel taleplerinin karşılanmasıyla sonuçlandı. Ancak pek çok durumda bu kazanımlar geçici oldu. Mahkumların sıkıntıları sürüyor. İşgal atındaki topraklarda idari gözetim ve keyfi tutuklamalar devam ediyor. Filistinli mahkumlar açlık grevini kullanmaya devam edecek gibi görünüyor.

    Kaynak Elcezire

     

    ''Açlık grevi bir oyun gibidir. Önce kim pes edecek diye beklersiniz, hapishane mi, mahkûm mu?''

    FUAF KUFFAŞ / GAZETECİ VE ARAŞTIRMACI

     

    ‘’Kimse duymayacaksa açlık grevinin bir anlamı olmaz.’’

    PAT SHEEHAN / AÇLİK GREVİNDE BULUNMUŞ ESKİ IRA ÜYESİ

     

    Ayrıntılar

    Gölge Teşkilat Şin Bet

    İsrail iç güvenlik birimi Şin Bet, Filistinli mahkumlara karşı kullandığı tartışmalı yöntemlerle ünlenmiş durumda. Bu hikayelerin bazılarına tanık olacaksınız.

    YÖNETMEN: ISSAM BALLAN (2013)

     

    Şabak olarak da bilinen Şin Bet dünyanın en güçlü güvenlik birimlerinden biri. Şin Bet'in bazı unsurlarının İsrail kurulmadan önce faaliyet gösteren şiddet yanlısı milis güçlerle bağlantısı var.

    Şin Bet Filistinli mahkumlara yaptığı işkenceler ve cinayetlerle ilgili kötü bir üne sahip. BM İşkenceyle Mücadele Komisyonu Şin Bet'i daha önce, hala da devam eden şiddet içeren sorgulama yöntemleri dolayısıyla kınadı.

    İsrail'in ilk başbakanı David Ben Gurion Şin Bet'i oluşturmak için paramiliter grup Haganah birliklerini bir araya getirdi. Haganah İsrail kurulmadan önce Filistinlilere ve İngilizlere karşı işlediği şiddet eylemleriyle tanınıyor.

    Kuruluşundan bu yana Şin Bet mahkumlara karşı şiddet içeren sorgu yöntemleri kullanıyor. Bugün hala onları avukatlarıyla görüşmeleri gibi en temel haklarından mahrum ediyor ve hukuku hiçe sayıyor.

    Şin Bet hukuk dışı davranışlarla mahkumlara her istediğini yapma hakkına sahipmiş gibi görünüyor.

    Şin Bet özellikle politik kimlikleriyle tanınan Filistinlilerin faaliyetleriyle ilgileniyor. İnsan hakları avukatı Şirin Essavi de Şin Bet'in hedeflerinden biri oldu. 2010 yılında bir İsrail kontrol noktasında tutuklanıp mahkum edildi, şiddet ve kötü muamele gördü. 2013 yılında gördüğü işkenceleri unutamayacağını açıkladı. 2014 yılında yeniden tutuklandı.

    Cihad Muğrabi de Şin Bet tarafından mahkum edildi. Mahkemeye çıkarılmadan hücreye atıldı. Hakkında bir suçlama yapılmadı ve işlediğinden şüphe edilen suçlar kendisine açıklanmadı. 2008 yılında Muğrabi iç kanama ve solunum problemleri yüzünden hastaneye sevk edildi. İki saat sonra onu dövüp kafasından yaralanmasına neden olan Şin Bet görevlilerine geri teslim edildi. Avukatı Muğrabi'nin aldığı darbı rapor etmeyen doktorla ilgili bir başvuruda bulundu. Başvuru reddedildi.

    Muğrabi ve Essavi mahkumiyetleri boyunca çok kötü muameleler gördü. Sadece onlar değil, sayısız Filistinli Şin Bet'in elinde işkenceye maruz kaldı.

    En çok da psikolojik işkenceye maruz bırakıldılarç Muğrabi'nin mahkumiyeti onda kalıcı etkiler bıraktı. İnsan hakları avukatı ona yapılan muamelenin acımasızca olduğunu ama bir çok müvekkilinin maruz kaldığı şeyleri daha iyi anlamasına yardımcı olduğunu söylüyor. Şin Bet binlerce sivile işkence etti, suikastler düzenledi, yalancı şahitlikler yaptı ve BM tarafından kınandı.

    Açık insan hakları ihlallerine rağmen, Şin Bet bugün de faaliyetlerini sürdürüyor ve hukuku hiçe sayarak İsrail vatandaşı 1 milyon 500 bin Arabı hedef almaya devam ediyor.

    Şin Bet ajanları 1 milyon 500 bin İsrailli Filistinliyi kontrolü altında bulunduruyor. Bu kişiler kovuşturmadan da muaf tutuluyorlar.

    Filistinli insan hakları avukatı Hüseyin Ebu Hüseyin Şin Bet'in İsrail'de yaşayan ve İsrail pasaportu taşıyan Filistinlilerle ilişkisini şöyle tanımlıyor: "Şin Bet Arap vatandaşların yaşamını tamamen kontrol altında tutmaktan zevk alıyor. Onların fikirlerini açıklamak ve gösteri yapmak gibi temel insan haklarını çiğniyor."

    Nisan 1984'te, dört silahlı Filistinli bir İsrail otobüsünü kaçırıp Mısır sınırına yönlendirdi. Şin Bet şefi Avraham Şalom eylemcileri Gazze Şeridi'nde yakaladı. Dört adam soğukkanlı biçimde vurularak öldürüldü. Birkaç tanık ifadesine rağmen Şin Bet cinayetlerin sorumluluğunu inkâr etti.

    Otobüs olayının ardından İsrail meclisi Knesset Şin Bet'in faaliyetlerini incelemesi için Landau Komisyonu'nu kurdu. Komisyon teşkilatın şiddet içeren yöntemler kullandığını ama makul ölçüde fiziksel baskının da kaçınılmaz olduğu sonucuna vardı.

    Kaynak Elcezire

     

    ‘’Şin Bet'in İsrail'deki diğer iki güvenlik biriminden farkı yoktur. Hepsi de İsrail kurulmadan önce gizli örgütler olarak kurulmuşlardır. Şin Bet'in çekirdeğini Haganah örgütünün istihbarat kolu oluşturmaktadır.’’

    BARAK BEN ZUR / ESKİ ŞİN BET YÖNETİCİSİ

     

    ‘’Şin Bet için hukuki olan pek çok uygulama polis için hukuk dışıdır. Şin Bet tarafından tutuklanırsanız, 20 güne kadar avukat görme hakkınız yoktur.’’

    AVIGDOR FELDMAN / AVUKAT

     

    ‘’(Şin Bet) psikolojik işkenceyi çok kullanır. (Filistinli bir mahkûm) Babasına ve karısına işkence ettiklerini fark edince, ona da aynı işkenceyi yaptılar. O da intihara teşebbüs etti.’’

    İŞAY MENUÇİN / İSRAİL İŞKENCE KARŞITI HALK KOMİTESİ

     

    ‘’Şin Bet temel insan haklarını ihlal ediyor. İnsanların düşüncelerini açıklama, toplanma ve gösteri yapma haklarını ellerinden alıyor.’’

    HÜSEYİN EBU HÜSEYİN / FİLİSTİNLİ AVUKAT

     

    ‘’Şin Bet görevlileri haricinde suç işleyen her vatandaş, polis veya diplomat soruşturmaya tabii tutulur. Bunun mantığı var mı?’’

    NABEEL DAKVAR / FİLİSTİNLİ AVUKAT

     

    ‘’Ellerimi, ayaklarımı ve gözlerimi bağladılar ve defalarca yerde sürüklediler, duvarlara çarptılar.’’

    ŞİRİN ESSAVİ / ESKİ TUTUKLU

     

    Ayrıntılar

    Kudüs Kendi Evini Yıkmak

    Kudüs'te doğan Filistinliler için İsrail'den inşaat ruhsatı almak son derece pahalı ve çoğu zaman da imkânsız. Bu yüzden birçoğu ruhsatsız inşaat yapıyor, ama sonrasında da İsrail'in çıkardığı yıkım emirleri ve yüksek cezalarla karşı karşıya kalıyorlar. Cezayı ödeyecek durumu olmayan Filistinliler, zor bir karar vermek zorunda kalarak evlerini kendi elleriyle yıkıyorlar.

    YÖNETMEN: RAFAT ABUZAID (2014)

     

    Doğu Kudüs'te evleri İsrail tarafından kaçak ilan edilen Filistinliler evlerini kendi elleriyle yıkmaya mecbur bırakılıyor.

    İsrail-Filistin çatışmasının tam kalbindeki kentin en hararetli sorunları emlak, konut ve İsrail yerleşimleri.

    Doğu Kudüs'teki İsrail işgali yüzünden binlerce Filistinli evinden olurken kentte ciddi bir konut sıkıntısına da yol açtı. 1967'den bu yana kentteki Filistinli nüfusu dört katına çıkarak 300 bini aştı. Bu da toplam nüfusun neredeyse yüzde 40'ı demek. Buna rağmen, Doğu Kudüs'teki İsrailli belediye yetkilileri Filistinlilere ev yapmaları için toplam alandan sadece yüzde 9'luk bir pay ayırıyor.

    Filistinliler açısından inşaat ruhsatı almak aşırı derecede pahalı ve bürokratik süreçler, ruhsat alımını daha da zorlaştırıyor. Yıkım tehdidine rağmen, birçok Filistinlinin evlerini ruhsatsız olarak inşa etmekten başka şansı bulunmuyor.

    Filistinli aileler, mahkemelerde yıkım emirleriyle mücadele etmek için bir sürü masraf yapmaktan ya da evlerini İsrailli ekiplere yıktırmak için yüksek bedeller ödemektense, zor bir tercihte bulunarak evlerini kendileri yıkmaya yoluna gidiyor. Evlerini elleriyle yıkmak zorunda kalan bu insanların birçoğu evsiz kalıyor veya şehir merkezinden uzak bir yerlere taşınmaya mecbur oluyor. Kimileri ise yıktıkları evlerinin enkazında yaşamaya devam ediyor.

    Kudüs: Kendi Evini Yıkmak belgeseli, bu yıkımların hem şehrin çehresini hem de burada yaşayanların hayatını nasıl değiştirdiğine ışık tutuyor.

    İsrail, en son bu evlerin 20.000 kadarını kaçak ilan ederek haklarında yıkım kararı çıkardı.

    Bu filmde evlerini kendi elleriyle yıkmak zorunda kalan üç ailenin hikayesine tanık oluyoruz. Yıkıma giden süreçte yaşananlar, ailelerin yıkımdan sonra gittikleri yerler, yıkımın üzerlerinde yarattığı duygusal ve ekonomik etkiler mercek altına alınıyor. Yönetmen filmde ayrıca şehir planı ve belediye politikalarının nasıl kimilerinin öne sürdüğü gibi Filistinlileri şehir dışına iterek hayatlarını mahvettiğini ve Yahudi çoğunluğu sağlamlaştırmak için şehrin nüfus dengesini nasıl değiştirdiğini de ele alıyor.

    Kaynak Elcezire

     

    ‘’İlk balyoz darbesinde kendime vuruyormuş gibi hissettim. Hayallerinizi yıkmak hiç kolay değil.’’

    AZİM AFİFİ /DOĞU KUDÜS'TE YAŞAŞAN BİR FİLİSTİNLİ

     

    ‘’Yıkımın ilk günü oradan ayrıldım. Oğullarım arayıp başladıklarını söyledi. Balyoz seslerini duydum. Tüm hayatım yıkılıyor gibiydi’’.

    SEHER ŞERİF /KUDÜS'TE YAŞAYAN BİR FİLİSTİNLİ

    ‘’Kudüs'teki Filistinlilerin ekonomik olarak kuşatılması işgalin bir parçası. Bu bir baskı yaratıyor. Ekonomi ve konut bu demografi savaşının önemli silahları.’’

    ZİYAD HAMURİ / KUDÜS SOSYO-EKONOMİ MERKEZİ

     

    Ayrıntılar

    Direnen Topraklar

    1993'te Yaser Arafat ve İsak Rabin barış görüşmelerinin başlaması için bir deklarasyon imzaladı. Bunun bağımsız Filistin Devleti'nin tohumunu atması bekleniyordu. Ancak hiç de öyle olmadı.

    YÖNETMEN: MARIAM SHAHIN & GEORGE AZAR (2012)

    Aynı yıl içinde pazarlıklar ilerledikçe, İsrail'in kötü niyetli davrandığı yönündeki düşünceler artmaya başladı. İşgal altındaki Batı Şeria'da İsrail yerleşimleri yayılmaya devam etti. İşgal yoğunlaştı. 1995'te bir başka anlaşma imzalandı. Bu anlaşma Batı Şeria'yı birbirine sınırı olmayan üç bölgeye ayırdı. A, B ve C bölgeleri.

    A Bölgesi Batı Şeria'nın %18'ini oluşturuyor ve burada sivil hizmetler ile iç güvenlik yeni kurulan Filistin Yönetimi tarafından sağlanıyor. Hem A Bölgesi’nde hem B Bölgesi'nde genel güvenlik İsrail'in elinde bulunuyor, bu da işgal güçlerinin Filistinlilerin evlerine ve arazilerine saldırı düzenleme hakkı olması anlamına geliyor.

    Bugün C Bölgesi işgal altındaki Batı Şeria'nın %60'ını oluşturuyor. Burada tüm sivil hizmetler ve güvenlik İsrail'in elinde bulunuyor. C Bölgesi'nin kontrolünün Filistin Yönetimi'ne geçmesi bekleniyordu ama bu hiçbir zaman gerçekleşmedi. Bunun yerine, İsrail daha fazla kanun dışı yerleşim inşa ederek işgal altındaki topraklarda yayılmaya devam etti.

    Bugün C Bölgesi işgal altındaki Batı Şeria'nın %60'ını oluşturuyor. Burada tüm sivil hizmetler ve güvenlik İsrail'in elinde bulunuyor. C Bölgesi'nin kontrolünün Filistin Yönetimi'ne geçmesi bekleniyordu ama bu hiçbir zaman gerçekleşmedi. Bunun yerine, İsrail daha fazla kanun dışı yerleşim inşa ederek işgal altındaki topraklarda yayılmaya devam etti.

    İsrail kontrolü altındaki köylerin çoğu Ürdün Vadisi olarak bilinen Batı Şeria'nın doğusunda bulunuyor. Ürdün Vadisi tarihi Filistin ile Ürdün arasındaki sınırda bulunuyor. Bölgenin verimli toprakları ve geniş su kaynakları önemli bir ekonomik değere sahip. Bölgede yaşayanlar, bölgeyi gelecekte kurulacak Filistin devletinin tahıl ambarı olarak değerlendiriyor.

    İsrail Gazze Şeridi ve Batı Şeria'yı işgal ettiği 1967 yılından beri sistematik biçimde Filistinlileri Ürdün Vadisi'nden sürmeye çalışıyor. İsrail yerleşimlerine alan açmak için Filistinlilerin evleri, köyleri ve tarım arazileri yok ediliyor.

    Ürdün Vadisi'nin doğal kaynakları bölgeyi yeni İsrail yerleşimleri için cazip hale getiriyor. Bölgedeki suyun çoğu Ürdün Vadisi'nin kuzeyindeki su havzalarından geliyor. Bölgeyi kontrolü altında tutan İsrail bu suyu Batı Şeria'daki yerleşimlere yönlendiriyor. Ürdün Vadisi'nde yaşayan Filistinliler su için kilometrelerce yol yürümek zorunda bırakılıyor çünkü İsrail suyu kesip, İsrail yerleşimlerine veriyor.

    İsrailli yerleşimciler İsrail ordusunun yardımıyla suya ve tarım arazilerine kolay erişim sağlayabiliyor. İsrail'in Avrupa ülkelerine ve dünyanın diğer yerlerine gerçekleştirdiği yüksek çaplı tarım ürünü ihracatı işgal sayesinde gerçekleşiyor.

    İsrail ve Filistin Kurtuluş Örgütü arasında yapılan anlaşmalar işgal altında yaşayan Filistinlilerin yaşamını kısıtladı. Onlar sorunlarıyla ilgili şikayetleri işgalci güce değil Filistin Yönetimine yapıyor. Ramallah'ta bulunan Filistin Yönetimi İsrail tarafından kabul ediliyor. Ancak Batı Şeria'nın B ve C bölgelerinde Filistin Yönetimi'nin yetkisi oldukça sınırlı.

    Ürdün Vadisi'ndeki Filistinliler, İsrail politikalarının doğayı da yok ettiğini söylüyor. Nesillerdir yaşamını sürdüren bitki ve hayvan türleri nesillerinin tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.

    Ürdün Vadisi'ndeki Filistinliler, İsrail politikalarının doğayı da yok ettiğini söylüyor. Nesillerdir yaşamını sürdüren bitki ve hayvan türleri nesillerinin tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.

    Ürdün Vadisi'ndeki İsrail işgal ve ilhakı sürdükçe, bağımsız bir Filistin devleti ihtimali de azalıyor. Ürdün Vadisi olmadan Filistin eski gücünde olmayacaktır.

    Kaynak Elcezire

     

    ‘’İsrail politikaları bizi Ürdün Vadisi'nden atıyor.’’

    EBU SAKR / FİLİSTİNLİ ÇOBAN

     

    ‘’İnsanları tutuklayıp, evlerini yıkmaya devam ediyorlar. İnsanlar da sürülerini satıp bölgeden kaçıyor.’’

    EBU SÜLEYMAN / FİLİSTİNLİ ÇOBAN

     

    ‘’İsrail bu bölgelere su vermezken, bir Filistin devleti nasıl kurulabilir?’’

    EBU SAKR / FİLİSTİNLİ ÇOBAN

     

    ‘’Oslo Barış Anlaşması eşit olmayan iki ortak yaptı.’’

    EBU SAKR / FİLİSTİNLİ ÇOBAN

     

    ‘’İsrail İsa'nın vaftiz edildiği kutsal Ürdün Nehri'nden su çalıyor. Hıristiyanlar için kutsal olan bu nehir şimdi bir lağım çukuru.’’

    FETHİ HUDEYRAT / FİLİSTİNLİ AKTİVİST, ÜRDÜN VADİSİ DAYANIŞMA VAKFI

    Ayrıntılar

    Yitik Şehirler

    Filistin tarihi Filistin şehirlerinin kaderiyle iç içe geçmiştir. Hayfa, El Halil ve Yafa bir zamanlar Filistin'in kültür merkezleriydi. Nekbet (Büyük Felaket) olarak bilinen 1948'teki etnik temizlik kampanyası sırasında İsrail çoğu Filistinliyi bu şehirlerden sürdü. Filistin kültürü ağır bir darbe aldı.

    YÖNETMEN: RAMEZ QAZMOUZ (2011)

    Tarihsel olarak Filistin Arap dünyasında kültürlerin kesiştiği bir kavşak olmuştur. 20. yüzyıl başlarında tarım ve ticaret gelişti. Şehir yaşamı tiyatro, müzik ve edebiyatla canlılık kazandı. Filistin şehirleri Kahire, Beyrut ve Şam gibi diğer Arap başkentleriyle yakın ekonomik ve kültürel ilişkiye girdiler.

    İsrail'in kurulmasından önce, Yafa Filistin'in ticaret merkeziydi. Yafa'nın hikayelere konu olan limanı çok eski çağlardan beri Akdeniz'e açılan bir kapı işlevi görüyordu. 19.yüzyıl ve 20. yüzyıl başlarında Yafa parlak ekonomisiyle göz dolduruyordu.

    Fabrikalar portakal küfesinden, sabuna ve zeytinyağına, pek çok şey üretiyordu. Gazete ve dergilerin çoğu Yafa'da basılıyordu. Şehir canlı ve zengin bir şehirdi.

    Filistin şehirlerinin başarılı geçmişleri Siyonistlerin "Filistin vatansız insanlar için insansız bir topraktı" hikayesini yalanlıyor. Tam tersine Filistin şehirleri Arap kültür ve medeniyetinin en önemli temsilcileriydi. Bu gerçeklik Arap dünyasının kalbinde kurulan Yahudi devletinin bu topraklara medeniyet getirdiği masalıyla çelişiyor. Etnik temizliğin ardından Siyonistler Filistin şehirlerini Filistin kimliğinden arındırıp, Filistin kültürel mirasını yok etmeye giriştiler.

    İngiliz mandasının devam ettiği Nisan 1948'te Siyonist güçler Yafa ve Hayfa'yı ele geçirince, Filistinlilerin büyük çoğunluğu bu şehirlerden sürüldü. Filistinli akademisyen Dr. Raif Zreyk’e göre, kalan birkaç Filistinli aile hapishane gibi dikenli tellerin içinde yaşamaya zorlandı.

    Filistin'in kalbi Yafa bir gece içinde durdu. Hayat sona erdi. Tüccarların kendi işyerlerine girmesi engellendi. Ailelerin evlerine girmesine mâni olundu ve sonrasında bu evler İsrailliler tarafından yağmalandı. İsrail Filistinlileri dünyaya kültürsüz insanlar olarak gösterdi. İsrailliler Filistinli mültecilerin komşu Arap ülkelere giderek buradaki kültürlere tamamen adapte olduğunu ve Filistin kültürünün böylece yok olduğunu iddia ettiler.

    Tarihi şehirleri olmadan Filistin kültürünün yeniden dirilmesi zor, hatta imkânsız. Şu an yaşayan çoğu Filistinli 1948'ten sonra doğdu. Çoğunun kültürel mirasla yaşlı kuşaklardan aktarılan hikayelerden başka somut bir bağları yok. Filistin'in önemli şehirleri şu anda İsrail şehirleri.

    Eğer ararsanız, Filistin mirasının kalıntılarını hala görebilirsiniz. Filistin'in geçmişine dair bu küçük ipuçları, bir ülke haritadan silinse bile, kültürünün ayakta kaldığını gösteriyor. Filistin'in kültür mirasının, bir zamanların başarılarla dolu şehirlerinden daha dayanıklı olduğu ortada. Bu Filistin kültürünün İsrail işgalinden daha güçlü olduğunun kanıtı.

    Kaynak Elcezire

     

    ‘’Siyonist strateji şehirli Filistin kültürünü zayıflatmak üzerine kuruluydu. Siyonistler Filistin şehirlerini amaçları için bir tehdit olarak gördü. Bu yüzden şehirlere karşı kırsaldan daha acımasız bir savaş yürüttüler.’’

    ANTOINE SHALHAT / FİLİSTİNLİ ARAŞTIRMACI

     

    ‘’Yafa Filistin'in ticari kapısıydı, tarım ve endüstri şehriydi.’’

    BASEL GATTAS / FİLİSTİNLİ EKONOMİST

     

    ‘’Filistin şehirleri 1948'te yerle bir edildi. Bu durum Siyonistlerin Filistinlilerin kültürel mirası olmadığı iddiasına kanıt oluşturdu. Ama geçmişte Filistin şehirlerinde kültürel faaliyet olması Filistin'de Filistinlilerin varlığının en güçlü kanıtı.’’

    ANTOINE SHALHAT / FİLİSTİNLİ ARAŞTIRMACI

     

    ‘’Nekbet Filistin varlığını yok etmeyi planladı.’’

    NADİRE ŞELHUB KEVORKYAN / KRİMİNOLOJİ UZMANI

     

    ‘’Vadi El Salib Hayfa'da bir Arap mahallesiydi ama yok edildi. Pek çok Filistinli evlerini bulmak için Vadi El Salib'e geri gitti ama evlere yeni yerleşimciler tarafından el konulmuştu.’’

    SUAD KARAMAN / FİLİSTİNLİ YAZAR

     

    Ayrıntılar

    Filistin Aşkına

    Son yıllarda, Batılı ülkelerde kamuoyu görüşü Filistin lehine değişiyor. İtalya bu konuda başı çekiyor.

    YÖNETMEN: SHERIF FATHY (2012)

    Çoğu Avrupa ülkesi uzun yıllardır Yahudi soykırımı sırasında katledilen Yahudilere duydukları sempati nedeniyle İsrail'in tarafında yer alıyordu. Ancak İsrail'in Filistinlilere olan acımasız baskısı bu desteği zayıflattı. Bugün pek çok Avrupalı Filistin davasını destekliyor. İtalya Filistin’le dayanışma içinde olan Avrupa ülkelerinden biri.

    Avrupa'nın Batı Şeria ve Gazze'nin işgaline karşı çıkışı 1967'de başladı. Bir grup Avrupalı aktivist hayatlarını İsrail'in işlediği suçlara karşı çıkmaya adadılar. Boykot kampanyaları özellikle Filistin davası konusunda uluslararası farkındalığı arttırma noktasında etkili oldu.

    "Filistin Aşkına" filminde İtalyan aktivistler İsrail-Filistin sorunu hakkındaki tutumlarının işgal altındaki toprakları ziyaretleri sonrası nasıl değiştiğini anlatıyorlar. Birçoğu İsrail işgali altındaki Filistinlilerin tahammül etmek zorunda kaldığı acımasız koşulları gördükten sonra aktivist olmuşlar. İtalyanlar Filistin davası konusundaki farkındalığı arttırmak ve sorunun çözümü noktasında eyleme geçme sorumlulukları olduğunu hissetmişler.

    İtalyan aktivistler Filistin sorunu hakkında farkındalığı arttırmak için komiteler kurdular. Bu komiteler işgal hakkında bildiriler dağıtmaktan Avrupa'da satılan İsrail mallarını boykot etmeye kadar birtakım eylemler yürütüyor.

    İtalyan aktivistler Gazze'deki İsrail işgalini ve saldırılarını kınamak için çeşitli gösteriler düzenliyorlar. Filistinliler modern tarihin en uzun işgali altında yaşamayı sürdürürken, uluslararası destek artmaya devam ediyor. İtalya Avrupa'da bu desteğin başını çekiyor.

    Kaynak Elcezire

     

    ‘’Filistin topraklarının işgali ve bu topraklar üzerinde yıllardır süren sömürgeleştirme hareketi bakış açımın değişmesine neden oldu.’’

    ROSSANA PLATONE / İTALYAN AKTİVİST VE EMEKLİ ÖĞRETMEN

     

    ‘’Filistin'e gidip, bu küçük ülkede yaşanan adaletsizliğe tanık olursanız, gördüklerinizi unutamazsınız.’’

    ENRICO BARTOLOMEI / İTALYAN AKTİVİST VE DOKTORA ÖĞRENCİSİ

     

    ‘’Mücadelemiz zamanla Güney Afrika'da ırk ayrımını yok eden mücadele gibi tanınan bir harekete dönüşecektir.’’

    MILA PERNICE / İTALYAN GAZETECİ VE RADYO SPİKERİ

     

     

    Ayrıntılar

    Parçalanan Filistin

    Tarihi Filistin bir zamanlar tek bir toprak, tek bir ülkeydi. Şidi ise toprakların her iki bölümü de İsrail askerinin işgali altında. Batı Şeria ve Gazze Şeridi arasında hiçbir bağlantı yok ve Filistinliler bir bölgeden diğerine seyahat edemiyor. Bu film, parçalanmış bir ülkenin insanlarının hikayesini anlatıyor.

    YÖNETMEN: ASHRAF MASHHARAWI (2015)

     

    Gazze Şeridi'nden bir grup genç müzisyen, Batı Şeria'ya bir kültür gezisi yapmaya çalışıyor. Ancak İsrail gençlere izin vermiyor. 1967'den beri işgal altında bulunan Batı Şeria ile Gazze Şeridi, İsrail'in bölgedeki politikaları yüzünden neredeyse birbirinden tamamen ayrı.

    Gazze Şeridi: Akdeniz'in doğusunda 360 kilometrekarelik bir bölge olan Gazze Şeridi, 1,8 milyon Filistinliye ev sahipliği yapıyor. Ürdün Nehri'nin batısındaki 5.500 kilometrekarelik Batı Şeria'da ise 1,7 milyon Filistinli yaşıyor.

    Her iki bölge de bir zamanlar aynı ülkenin, yani tarihi Filistin'in bir parçasıydı. 1940'larda bir Filistinli bir bölgeden diğerine arabayla iki saatten kısa sürede gidebiliyordu.

    1947 yılında BM Genel Meclisi Filistin'in Yahudiler ile Filistinliler arasında bölünmesi lehine oy verdi. Ancak 1948'deki savaşın sonrasında Filistinlilere toprakların sadece yüzde 22'si, yani Batı Şeria ve Gazze Şeridi kalmıştı.

    İsrail, 1967'de bu kalan yüzde 22'lik kısmı da işgal etti.

    Bugün hiçbir Filistinli, İsrail'in izni olmadan Batı Şeria ile kuşatma altındaki Gazze Şeridi arasında seyahat edemiyor. Seyahat iznini almak ise neredeyse imkânsız.

    Filistinli Muhammed El Hacran, işgal altındaki Batı Şeria'nın Eriha şehrinden. Kendisi gibi Filistinli olan karısı Kavkab ise Gazze Şeridi'nden. Aile, oğulları İhab doğduğunda, onu hangi bölgeye kaydettirecekleri konusunda bir karar vermek zorunda kaldı. Ancak ne karar verirlerse versinler, oğullarının yaşamı ve bir bölgeden diğerine geçiş özgürlüğü kısıtlanacaktı.

    Bünyesinde bir serbest dolaşım merkezi bulunan Meslek adında İsrailli bir sivil toplum kuruluşu Muhammed'in durumuna el koydu.

    Yıllar süren bekleyişin ardından İsrailli yetkililer sonunda Kavkab El Hacran'ın Gazze kimliğini Batı Şeria kimliğiyle değiştirmeyi kabul etti. Ancak değişim işlemini tamamlamak için Kavkab'ın Batı Şeria'daki İsrail Nüfus İdaresi'ne bizzat başvurması şartı koşuldu. İsrail güvenlik birimleri Kavkab'a söz konusu işlemleri tamamlamak için Gazze'den Batı Şeria'ya geçiş izni vermedi.

    Bu, her ikisi de Filistinli oldukları halde salt biri işgal altındaki Batı Şeria'da, diğeri ise kuşatma altındaki Gazze Şeridi'nde doğduğu için asla birbirini ziyaret edemeyen ya da buluşamayan iki insanın öyküsü.

    Kaynak Elcezire

    Kin

    ‘’Taksim öyle bir şekilde yapıldı ki Filistin devletinin kurulması çok zor hale geldi.’’

    ABDÜL SETTAR KASIM / SİYASİ ANALİST VE AKADEMİSYEN

     

    ‘’Dolaşım yasakları ve iki bölge için de farklı muameleler dayattılar. Hapishanelerde bile Gazzeli ve Batı Şerialı mahkumlar ayrıldı.’’

    DR. NEŞET AKTAŞ / SİYASİ ANALİST VE AKADEMİSYEN

     

    Ayrıntılar

    Fas'a Dönüş

    Bir zamanlar Arap dünyasının en büyük Yahudi topluluğuna ev sahipliği yapan Fas'ta çeyrek milyon Yahudi yaşıyordu. Ancak 1948 yılında İsrail devleti kurulunca, pek çoğu ülkeden ayrılmaya razı edildi. Bugün Fas'ta sadece 2 bin Yahudi kaldı.

    YÖNETMEN: CHARLOTTE BRUNEAU (2014)

    Fas Yahudilerinin hikayesi ülkeyi terk edenlerin, kalanların ve bugün tekrar geri dönenlerin bakış açısından anlatılıyor.

    Fas topraklarında 2.000 yıldan uzun süre yaşayan Yahudiler, burada yüzlerce yıl Müslümanlarla bir arada var oldu. Bir zamanlar Arap dünyasının en büyük Arap Yahudi topluluğuna ev sahipliği yapan Fas'ta çeyrek milyon Yahudi yaşıyordu.

    Fakat 1948 yılında İsrail devletinin kurulmasıyla birlikte işler değişmeye başladı.

    Bu süreçte kilit rol oynayan İsrail gizli servisi Mossad, binlerce Fas Yahudisini tehlikede olduklarına inandırarak evlerini terk edip İsrail'e taşınmaya ikna etti ve ülkeden ayrılmalarını kolaylaştırmak için gizlice çalıştı.

    Kendisi de dönüş yapan Fas Yahudilerinden olan siyasi aktivist Fanny Mergui'ye göre, o dönemde ülkedeki Yahudi topluluğu kendilerini "büyük bir tehdit altında" hissetmişti ve "son derece yoğun bir Siyonist propaganda vardı".

    Bazı Yahudiler Mossad'ın girişimine direnerek Fas'ta kaldı, ama çoğunluk ülkeden ayrıldı. Bugün Fas'ta sadece 2 bin civarında Arap Yahudisi yaşıyor.

    Ülkeden gidenlerin birçoğu için İsrail'deki yeni hayatları pek de hayal ettikleri gibi olmadı. Çoğu, yeni ülkelerinde kendilerini dışlanmış hissetti. Fas ile olan bağları bugün bile çok kuvvetli.

    İki ülke arasında resmi diplomatik bir ilişki olmasa da Fas İsrail'in bölgedeki en büyük üçüncü ticaret ortağı.

    Ülkede kalmayı tercih eden Yahudilerin birçoğu, Fas'ın bir yandan İsrail ile güçlü bir ticari ilişki içinde oluşu, diğer yandan ise Filistin davasına açık bir şekilde destek vermesinin yarattığı gerilimi hissediyor.

    Günümüzde Fas'ta çok az sayıda Yahudi yaşıyor olsa da, Müslüman çoğunluk ve Yahudi azınlık, ülkenin zengin, çok yönlü kültürünü ve Yahudi mirasını korumaya kararlı. Ülkeyi çok sayıda İsrailli ziyaret ediyor ve içlerinden İsrail'e Fas'tan gitmiş olanlar geri dönmeyip kalmaya karar veriyor.

    Yönetmenliğini Charlotte Bruneau'nun üstlendiği bu filmde Fas'ı terk eden, ülkede kalmayı tercih eden ve zamanında göç edip daha sonra dönmeye karar veren Fas Yahudilerinin hikayelerine tanık oluyoruz.

    Kaynak Elcezire

     

    ‘’Müslüman ve Yahudi kültürleri arasında bir uyum vardı.’’

    FANNY MERGUI / DÖNÜŞ YAPAH FAS YAHUDİSİ

     

    ‘’Çocuk yaşımda İsrail'e gittiğimde Fas'taki hayatımızın daha iyi olduğunu fark ettim.’’

    PINHAS SUISSA / DÖNÜŞ YAPAN FAS YAHUDİSİ

     

    ‘’Yahudi topluluğunun göçü organize edildikten sonra Fas ile İsrail arasında dostane ilişkiler gelişti.’’

    SION ASSIDON / İSRAİL'İ BOYKOT HAREKETİ

    Ayrıntılar

    İntifada Hikayeleri

    1987-1993 yılları arasında 1.300'den fazla Filistinli öldürüldü, 120.000'den fazlası yaralandı ve 600.000'i hapse atıldı. 1987 yılında başlayan Birinci Filistin İntifadasından hikayeler…

    YÖNETMEN: MARIAM SHAHIN (2014)

    İsrail, Haziran 1967'de altı gün içinde (Doğu Kudis dahil) Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ndeki Filistin topraklarının tahminen 6.000 kilometrekaresini ve buna ilave olarak Mısır'ın Sina bölgesi ile Suriye'deki Golan Tepeleri'ni ele geçirdi. Siyonist proje, tek taraflı ilhaklar ve toprak kazanımları ile genişlerken, 300 binden fazla Filistinli memleketlerinden sürülerek komşu ülkelere göçe zorlandı.

    İsrail, tarihi Filistin'de bir Yahudi çoğunluk oluşturma ve yeni işgal edilen toprakların nüfus dengesini değiştirme stratejisi kapsamında Filistin topraklarında yerleşimler kurdu. 1967'den on yıl sonrasına gelindiğinde İsrail bölgede 45 yerleşim kurmuş, işgal altındaki Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nin her yanını askeri koloniler sarmıştı.

    İşgal altında yaşayan her Filistinli, hareket kısıtlamalarının ne demek olduğunu bilir. Onlarca İsrail askeri kontrol noktası ve yerleşim varken, bir şehirden diğerine gitmek son derece zor. Ne gariptir ki, bazı tahminlere göre, Filistinliler, 1967'yi takip eden yirmi yılda 800 milyon dolar civarında, yani İsrail hükümetinin aynı dönemde kendilerine harcadığı miktarın iki katı kadar vergi verdi.

    İsrail, tarihi Filistin'in fethini 1967 yılında tamamlamış olsa da, İsrail'de kalan ve (ikinci sınıf) vatandaşlık alan Filistinlilerden toprak almaya devam etti. 1976 ilkbaharına gelindiğinde İsrail'de yaşayan Filistinliler artık bu durumdan usanmıştı. Yüzlerce Filistinli bir araya gelerek topraklarının yavaş yavaş çalınışına karşı ilk halk protestosunu düzenledi.

    1976 yılındaki Toprak Günü, Filistin milliyetçiliğinde bir dönüm noktası oldu. İsrail'de ve İşgal Altındaki Filistin Topraklarında gösteri düzenlemeye karar veren Filistinlilerin sayısı giderek artıyordu. Bölgede karışıklık aylarca sürdü. Protestoların ilk turunda tahmini olarak 48 Filistinli öldürüldü.

    1987'de işgal altındaki Filistinliler de "Yeter!" dedi. Olaylar, Gazze'deki Cebaliye mülteci kampından silahsız dört işçinin, İsrail askerleri tarafından tankla ezilerek öldürülmesi üzerine başladı. İsrail, olayı kaza olarak nitelendirse de, Filistinli görgü tanıkları, bunun iki Arap direnişçi tarafından öldürülen altı İsrail askerinin intikamını almak için kasten yapılmış bir şey olduğunu söyledi. Birinci İntifada böyle başladı.

    İntifada, Arapça'da "silkinmek" ya da "uyanmak" demek. Binlerce Filistinli, ortadaki bu acımasız işgalin artık kabul edilemez olduğunu İsrail'e göstermek için kitlesel gösterilere katıldı.

    Birinci İntifada'nın resmi başlangıç tarihi 8 Aralık 1987. Altı yıl boyunca yaşanan sokak çatışmaları atılan taşlarla kazanıldı. Birleşmiş Milletler'e göre 1987-1993 yılları arasında 1.000'in üzerinde Filistinli öldürüldü.

    Birinci İntifada genel olarak camilerden çıkma bir devrim olarak görülür. Camiler, seküler güçlerle birlikte harekete bir yön verdi. İslami Cihad ve Müslüman Kardeşler, öğrencilere ve sıradan Filistinlilere öncülük eden önemli gruplar haline geldi. 1987 yılında ise Hamas kuruldu.

    İşçiler greve gidiyor, bölge sakinleri vergi vermiyor, anneler toplumsal dayanışma hareketi kapsamında çocuklarını evde eğitiyordu. Beyt Sahur'da yaşayan Filistinliler, kendilerine İsrail tarafından verilen zorunlu kimlik kartlarını sivil itaatsizlik eylemi kapsamında çöpe attı.

    Yarım milyondan fazla Filistinlinin katıldığı ayaklanmayı bastırmak için 80.000 civarında İsrail askeri görevlendirildi. İsrail, diğer yöntemler işe yaramayınca, askerlerine bölgede terör estirme yetkisi verdi. Bu teröre maruz kalan Filistinliler çoğu zaman silahsızdı.

    İsrail işgali altında Filistin milliyetçiliğinin ifade edilmesi yasaktı. Filistin bayrağı yasaklıydı. Filistin kelimesini kullananlara ağır hapis cezaları verilebiliyordu. Fakat buna rağmen çoğu Filistinli, sömürgeci işgalin baskılarına karşı mücadeleden yılmadı.

    Düzenlenen birlik yürüyüşleriyle Filistin milliyetçiliği güçlenirken hem seküler güçler hem de İslamcı hareketler coşkulu protesto şarkılarıyla gençleri harekete geçiriyordu. Onlarca Filistinli sanatçı hapse atılırken, onların hapishanelerde yaptıkları yeni şarkılar, dışarıdaki yüzlerce protestocu için birer gösteri çağrısı oluyordu.

    İsrail, işbirlikçi ve muhbirler vasıtasıyla hareketi bölmeye çalıştı. Birinci İntifada sırasında 800 Filistinli İsrail ile iş birliği yaptıkları iddiasıyla direnişçiler tarafından öldürüldü.

    Kaynak Elcezire

     

    ‘’İntifadanın mesajı basitti Filistin halkının işgali istemediği, kendi kaderlerini kendileri tayin etmek istedikleri mesajı veriliyordu. Tüm dünya bu mesajı aldı.’’

    RAJI SOURANI / FİLİSTİN İNSAN HAKLARI MERKEZİ

     

    ‘’Beni de yakaladılar, çünkü Refah'a giren İsrailli bir yerleşimcinin öldürülmesine yardım etmiştim. ‘’

    TAISIR BOURDAINEH / ESKİ MAHKûM

     

    ‘’Okuldaki finallerim için beş kez çalıştım. Üç defasında sınavlardan hemen önce bizi tutukladılar. Bir gizli servis çalışanı bana finallere girmemin ya da üniversiteye gitmemim yasak olduğunu söyledi.’’

    FAYEZ ARAFT / İNTİFADA EYLEMCİSİ

     

    ‘’İsrail'e Filistinlileri ezmek için daha güçlü bir ordu kursun diye para vermeyi reddettik. İsrail ordusu şehrimizi 40 gün kuşatma altında tuttu. Vergi ödemeyenlerin evlerini basıp tahrip ettiler.’’

    GEORGE RISHMAWI / BEYTÜLLAHİM ÜNİVERSİTESİ

     

    ‘’Yeni yara türleri görüyorduk. İlk gördüklerimiz göz yaşartıcı gaz ve plastik mermi yaraları oldu. Sonraları ise darp ve gerçek kurşun yaraları...’’

    HANI RUSTUM / DOKTOR, ŞİFA HASTANESİ, GAZZE

     

    ‘’Hapse atılanların birçoğu işbirlikçiler yüzünden yakalandı. Onların yüzünden birçok savaşçı öldü. İşbirlikçiler o süreçte önemli rol oynadı.’’

    MUAYAD ABDUL SAMAD / ESKİ EYLEMCİ VE MAHKUM

     

    Ayrıntılar